Kapitalizm, kâr için yeni pazarlar, sömürülecek yeni kaynaklar ve genişleyecek yeni topraklar arar. Bu arayış, insanlığı kaçınılmaz olarak çatışmaya ve savaşa sürükler"
V. İ. Lenin
ABD’de başkanların göreve başlama konuşmalarının, genellikle “ulusu bir araya getirmek” ve “ortak idealleri yüceltmek” amacıyla yapıldığı söylenir. Her iki amaç sınıflı toplum gerçeğine aykırı olduğu için gerçekte yapılan şey, “birleşik ulus, ortak idealler” olduğu konusunda bir illüzyon yaratmaktır.
Ancak Donald Trump’ın ikinci dönem konuşması, bu geleneğe aykırıydı. Trump, seleflerine ve özellikle de Joe Biden’a yönelik eleştirilerle dolu bir konuşma yaparken, tarih sahnesinden uzun süre önce çekilmiş bir figürü, William McKinley’i “büyük bir başkan” diye göklere çıkarttı.
Peki, Trump neden McKinley’i öne çıkarıyor ve bu, Trump’ın yayılmacı politikaları açısından ne anlama geliyor?
ABD’nin 25. Başkanı McKinley toprak gasplarıyla ve yayılmacılık politikalarıyla ABD’nin yüzölçümünü önemli ölçüde genişleten bir başkan olarak bilinir.
19. yüzyılın sonlarında, ABD’nin yayılmacılık hırsı, kapitalizmin küresel boyuta ulaşmasıyla paralel ilerliyordu. McKinley’in Panama Kanalı müzakerelerinden gümrük vergilerine kadar politikaları, tam da bu genişleme ve sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde şekillenmişti.
Trump ise, tıpkı McKinley gibi, Amerikan sermayesinin dönemsel çıkarlarına uygun bir şekilde “yeni” emperyalist söylemler geliştiriyor.
Trump, Denali Dağı’na McKinley’in adının verilmesi gerektiğini savunarak, modern toplumsal duyarlılıkları “woke” adlı “zihin virüsü” olarak tanımladı.
Bu söylem, yalnızca tarihsel isimlerin yeniden düzenlenmesine yönelik bir tartışma değil, aynı zamanda kapitalist düzenin halkları kültürel savaşlarla bölme stratejisinin de bir parçasıdır. Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı eserinde belirttiği gibi, burjuvazi, kendi egemenliğini sürdürmek için tarihsel gerçeklikleri çarpıtmaktan ve yeni mitler yaratmaktan çekinmez.
Denali örneği, Trump’ın yalnızca bir dağın adını değil, Amerikan tarihini “yeniden yazma” ve tarihsel hafızayı formatlama hevesine kapıldığını da gösteriyor.
“Orayı geri alıyoruz”
Trump’ın konuşmasındaki en dikkat çekici ifadelerden biri, “Orayı geri alıyoruz” cümlesiydi. Bunun kendisi, Panama Kanalı’na atıfta bulunarak, ABD’nin emperyalist işgalci ve ilhakçı tarihsel geçmişine agresif bir geri dönüş niyetini ortaya koyuyor.
“Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” adlı eserinde Lenin, “emperyalizm, yalnızca sermayenin birikimiyle değil, aynı zamanda coğrafi ve politik genişlemeyle de şekillenir” derken bu eğilime dikkat çekiyordu.
Trump, kanalın Çin’in kontrolüne geçtiğini iddia ederek, Amerika’yı yeni bir “dış düşmana” karşı seferber etmeye çalışıyor.
Oysa bu söylemin ardında yatan gerçeklik, Panama gibi bölgelerin ekonomik ve politik çıkarlar uğruna yeniden tahakküm altına alınmak istenmesidir. Panama halkı için bu sömürgeci söylem sadece tehditkâr değil, tarihsel travmaları yeniden canlandıran bir mahiyettedir aynı zamanda.
ABD, 20. yüzyıl boyunca bu bölgede sadece ekonomik değil, aynı zamanda askeri bir hakimiyet kurdu ve bölge halklarına cehennemi yaşattı. Trump’ın “geri alma” iddiası, emperyalist saldırganlığın bir retorikten ibaret olmadığını, halkların iradesini küstahça çiğneyen bir tehdit olduğunu da gösteriyor.
“Yaldızlı Çağ’dan Altın Çağ’a”
Trump, konuşmasında Amerika’nın yeniden büyüyen bir ulus olması gerektiğini iddia ederken de William McKinley dönemine göndermelerde bulundu.
McKinley, 1897’de gümrük vergilerini yüzde 50’nin üzerine çıkaran Dingley Yasası’nı imzalayarak, “Amerikan sanayisini koruma” güdüsüyle “ulusal” sermayeyi güçlendirmişti. Ancak bu politika servet sefalet makasının daha da açılmasına, işçi sınıfı ve emekçi katmanlar üzerindeki sömürünün derinleşmesine yol açmaktan başka bir sonuç yaratmamıştı.
Mark Twain’in Yaldızlı Çağ romanında detaylıca anlattığı gibi, bu dönem, yüzeyde bir refah görüntüsü sunarken, alt tabakalarda derin bir eşitsizlik ve yoksulluk barındırıyordu. Trump’ın “Yeni Altın Çağı” da bu eski düzenin tekrarlanmasına olan özlemden ibarettir.
“Sermaye, kriz anlarında kendini yeniden üretmek için eski formlara döner” K. Marx.
Trump, Meksika Körfezi’nin adını Amerikan Körfezi diye değiştiriyor. Grönland “barışçıl ya da askeri yolla ABD’nin olacak”, Panama Kanalı için “Orayı alıyoruz” diyor.
Tıpkı ABD’nin 25. Başkanı McKinley gibi, 47. Başkan Trump da sermayenin ihtiyaçlarını gözetirken, işçi sınıfını ırkçı-milliyetçi söylemlerle zehirleyip yedeklemeye çalışıyor.
Dünya yetmiyor Mars’ta alınmalı
Trump, etrafında sıra sıra kümelenmiş milyarderlerle “ordular ilk hedefiniz Panama, Grönland, önünüze ne çıkarsa” diyor. Nefisleri dünyevi olanla körelmeyen bu milyarderler güruhu, Mars’a da merdiven dayamak istiyor.
Trump’ın bölgesel genişleme söylemi, yalnızca dünya ile sınırlı değil. Mars’a bayrak dikmekten bahseden Trump, Amerikan emperyalizmini yeni bir boyuta taşıyacağını iddia ediyor. Bu, kapitalizmin yeni kaynak ve pazar arama hırsının sınır tanımadığını gösteriyor.
Trump konuşmasında Amerikan emperyalizminin geçmişine de atıfta bulunuyor. ABD’nin dünya halklarına karşı geçmişte işlediği ve işlemekte olduğu ağır suçlar, Trump tarafından gelecekte yapacağı soykırım ve katliamlara referans diye sunuluyor.
Emperyalizm, yalnızca savaşın değil, aynı zamanda eşitsizliğin ve sömürünün de kaynağıdır. Trump, “orayı geri alıyoruz” derken, aslında kapitalizmin krizini aşmak için daha fazla çatışma, daha fazla sömürü ve daha fazla savaş vaat ediyor.
Bu noktada, işçi sınıfı ve ezilen halkların enternasyonal dayanışması her zamankinden daha da önemli hale geliyor. Çünkü emperyalizmin savaş çığırtkanlığına karşı tek gerçek çözüm, halkların birleşik-devrimci mücadelesidir. Emperyalizmle mücadele, halkların özgürleşmesi için kaçınılmaz bir adımdır.
Bugün Trump’ın söylemlerinde yankılanan geçmiş, bir tarih dersinden ibaret değil; gelecekteki mücadelelerin yönünü belirleyecek bir çağrıdır aynı zamanda. Emperyalizm savaş demektir. Bu savaşı durdurmak ancak ve ancak halkların ortak iradesi ve devrimci mücadelesi ile mümkün olacaktır.