Polonez işçileri haftalarca direndiler. Baskılara boyun eğmediler. Mücadele içinde öğrendiler, kazanımlar elde ettiler. Polonez işçisinin mücadele azmi Tekgıda-İş ağalarının direnişi kırmaya yönelik bir tutum içine girmesini engelledi. Aksine sendika genel merkezi direniş süreci boyunca direnişi en azından görünürde sahiplenir bir tutum gösterdi.
Anlaşmanın sağlanmasından sonra Tekgıda-İş ağalarının yaptıkları ilk iş, direniş sırasında “ananızın ak sütü gibi helaldir” diyerek verilen mali desteğin geri istenmesi oldu. Direnen işçilere yaptıkları masrafları istemek, bürokratik yozlaşmanın vardığı dip noktayı kendi başına anlatmaya yeter de artar bile!
Tekgıda-İş yöneticileri sendikanın da sendikanın gelirlerinin de üyelere ait olduğunu ve üyeler için harcanması gerektiğini bilirler elbet. Buna rağmen böyle bir talepte bulunmakta bir beis görmediler. Bu tutumlarıyla Türkiye sendikal hareketine hâkim olan sendikacıların sendikaları kendi çiftlikleri olarak görme anlayışının bir parçası olduklarını gösterdiler.
***
Polonez işçileri Tekgıda-İş Sendikası’na üye oldular. Sendikaya sonuna kadar sahip çıktılar. Polis kalkanının, gazının, copunun karşısında sendikalarını savundular. Maddi ve manevi bedeller ödediler, ancak sendikal hak ve özgürlüklerini savunmaktan geri durmadılar.
Polonez işçileri hala üyesi oldukları sendikayı savunmaya devam ediyorlar. Sınıf kavgasında edindikleri sınıf bilinciyle sendikalarının işlevsiz bir kuruma dönüşmesini engellemek için mücadele ediyorlar.
Polonez işçileri sendikalarının elini hiç bırakmadı. Tekgıda-İş yönetimi ise verdiği sözü tutmadı. İşçilerden direniş harcamalarının tahsilatına soyunurken, yüzleri bile kızarmadı.
Bu sorun Tekgıda-İş’le sınırlı değil ne yazık ki... Türkiye'de sendikalara egemen anlayışlar büyük bir çürüme içindeler. Sendikacılar, işçiler tarafından seçilirler. İşçiler tarafından seçilen sendikacılar, işçiler tarafından denetlenemezler. İşçiler tarafından gerekirse görevlerinden alınamazlar. Koltuklarına oturduktan sonra, pervasızca işçilerin iradesini çiğnerler.
Yönetime seçilenler güya sendikanın işlerini yapmak, takip etmek için işyerinden ayrılırlar. İşyerinden ayrıldıktan sonra sahip oldukları ayrıcalıklarla işçiye, onun çıkarlarına yabancılaşırlar.
Sendikacılığın yüksek gelir getiren, lüks ve rahat bir yaşam sağlayan bir meslek haline gelmesi çürümeyi tetikliyor. Bundan dolayı hiçbir sendika yöneticisi kalifiye bir işçiden daha yüksek maaş almamalıdır. Bu, tüm sendikalarda bir tüzük kuralı haline getirilmelidir.
Oysa gelinen noktada özelde Tekgıda-İş genelde sendika ağaları lüks otomobillere biniyorlar. Makam odaları, kapitalistlerin odalarıyla yarışıyor. Mali ayrıcalıkları nedeniyle iki üç dönem sendikacılık yapan sendika ağaları gayrimenkul zengini oluyorlar. İşçilerin onlara ulaşması neredeyse olanaksız hale geliyor.
***
Sendikalar işçilerindir. Polonez işçilerinin direnişi sırasında yapılan harcamalar işçilere analarının ak sütü gibi helaldir. Hesap vermesi gerekenler, sendikaların imkanlarını sömüren, kişisel harcamalarını işçilerin ödediği aidatlardan yapan sendika ağalarıdır.
Bu uğursuz ağalık sistemi yıkılmalıdır. Ancak bu, sınıfın taban örgütlülüğünü geliştirmesi ve sendikal demokrasiyi hayata geçirmesiyle mümkün olabilir.
H. Yağmur