“Soğuk Savaş”ın en keskin döneminde 1963 yılında Almanya’da kurulan Münchner Sicherheitskonferenz/SiKo (Münih Güvenlik Konferansı/MGK) 14-16 Şubat tarihleri arasında 61’nci toplantısını Münih’in ultra lüks oteli Bayerischer Hof’da gerçekleştirdi.
Başlangıçta NATO'nun bir iç forumu olarak işlev gören bu konferans, belli bir aşamadan sonra Batı emperyalizminin askeri ve stratejik planlarının koordinasyon merkezi haline getirildi.
61 yıldan beri yapılan yıllık toplantılar, küresel güç dengelerinin şekillendirilmesinde önemli rol oynadı.
Bugüne dek SiKo, ABD önderliğinde Batılı emperyalist güçlerin askeri harcamalarını planlanması, NATO'nun genişlemesi, “Batı hegemonyasını tehdit eden unsurların bertaraf edilmesi” gibi militarist konularda tartışma ve karar alma mercii olageldi.
Özellikle 1990'lardan itibaren ABD'nin “tek kutuplu dünya düzeni” inşa etmek için gerçekleştirdiği askeri saldırı ve işgaller bu konferanslar üzerinden meşrulaştırılmaya çalışıldı.
Afganistan, Irak, Libya ve Suriye'ye yönelik emperyalist saldırılar SiKo'nun “güvenlik” söylemleriyle örtbas edilirken, Batı'nın küresel tahakküm politikaları için kılıf uydurulmaya çalışıldı.
SiKo 2025 ve çok kutuplu dünyada krizler
SiKo’nun bu yılki toplantısı, Batı hegemonyasının kırılganlaştığı, ABD’nin küresel liderliğinin sorgulandığı ve yeni güç merkezlerinin yükseldiği koşullarda gerçekleştirildi. Konferansın ön raporunda, ilk defa bu kadar net bir şekilde “ABD’nin küresel rolünün gerilemesiyle dünya düzeninin çok kutupluluğa evrildiği ve bu durumun belirsizlikler yarattığı” söylendi.
Çok kutupluluk ABD emperyalizminin tahakkümünün zayıflanmasına işaret ederken, Batı açısından ise jeopolitik krizlerin ve ekonomik çalkantıların derinleşmesi anlamına geliyor.
SiKo’nun bu yılki buluşması iki sıcak savaş (Ukrayna ve Filistin) ve Suriye’deki gelişmelerin gölgesinde gerçekleştirildi.
Avrupalı emperyalistler, Ukrayna savaşı ile Rusya’yı kuşatma ve zayıflatma stratejisini sürdürse de ABD’nin bu konuda söylem farklılığı bu yılki konferansa damga vuran önemli olaylardan biri oldu.
Buna rağmen SiKo’da NATO’nun Ukrayna’ya askeri desteğinin artırılması, Rusya’ya yönelik ekonomik ve siyasi baskıların derinleştirilmesi tartışmaları kendine yer buldu.
Diğer taraftan, Filistin’de İsrail’in gerçekleştirdiği katliamlar ve Gazze’de yaşanan soykırım girişimi de SiKo’da masaya yatırıldı.
Ancak SiKo’nun asıl misyonu, İsrail’in işgal ve terör politikalarını engellemek değil, siyonistlerin soykırım suçuna gerekçe uydurmak ve Batı’nın onlarla yaptığı suç ortaklığına kılıf uydurmak oldu.
Batılı liderler, Filistin halkının mücadelesini bastırmak, İsrail’in bölgedeki askeri varlığını pekiştirmek ve enerji kaynaklarını kontrol etmek için Münih’te stratejik adımlar planladılar.
Ancak ABD’nin AB’yi aşağılayıcı ve SiKo’yu adeta “terbiye” eden yaklaşımı, bazı konuların öne çıkarılmasına neden oldu.
Konferans, ABD’li üst düzey yetkililerin yaptığı bir dizi açıklamayla sarsıldı ve Avrupa’daki politikacılar arasında derin bir “huzursuzluğa” yol açtı. Çünkü Trump yönetimi, AB’ye olan desteğinin azalacağı ve AB'nin bazı konularda kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini en kaba biçimde müttefiklerine anlattı. Avrupa, NATO’nun geleceği ve Ukrayna politikası konusunda tam bir belirsizlikle karşı karşıya kaldı.
Amerikalı ve Rus yetkililer Suudi Arabistan’da Ukrayna’daki savaşı görüşmek için müzakerelere başladı. Ancak Ukrayna ve Avrupalı politikacılar bu görüşmelere davet edilmedi. Buna tepki olarak SiKo’dan bir gün sonra, Avrupalı ve Ukraynalı yetkililer, “çatışmayı ve kıtanın güvenliğini tartışmak üzere” Paris’te “acil bir zirve” düzenledi.
Zirveye Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB Konseyi Başkanı Antonio Costa ile Almanya, İngiltere, İtalya, Polonya, İspanya, Hollanda, Danimarka liderleri ve NATO Genel Sekreteri Mark Rutte de katıldı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un ev sahipliğinde yapılan olağanüstü zirvenin ardından, “Ukrayna'nın barış masasına güçlü bir pozisyonda oturması gerektiği konusunda mutabık kalındığı, barışın ülkenin bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve güçlü güvenlik garantileriyle birlikte gelmesi gerektiği” açıklandı.
Açıklamada, “Avrupa'nın Ukrayna'ya askeri yardımlarda üstüne düşeni yaptığı” savunuldu ve “bunun yanı sıra savunma yatırımları, üretimi ve harcamalarında artış sağlanması gerektiği” vurgulandı.
Saldırganlığın maliyeti pazarlığı
1949’da kurulan emperyalist savaş aygıtı NATO’nun, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) Avrupa’daki genişlemesini engellemeyi amaçladığı iddia ediliyordu. Oysa SSCB’nin dağılmasına rağmen bugün aralarında Doğu Avrupa ülkelerinin de bulunduğu 32 üyesi var.
Aygıt, üyelerinden birinin saldırıya uğraması durumunda “ortak savunma” taahhüdünde bulunuyor. Ancak bu hafta itibarıyla, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan Avrupa’nın “güvenlik mimarisi” değişeceğe benziyor. Avrupa, artık ABD’nin “yardımına” güvenemeyeceğini idrak etmiş görünüyor.
ABD’nin “dünya liderliği” rolünün sorgulandığı bir dönemde, Avrupa devletleri savunma harcamalarını artırma baskısıyla karşı karşıya bulunuyor. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, NATO’nun Avrupa üyelerinin savunma harcamalarını artırmaları gerektiğini belirterek, Ukrayna savaşını “onların finanse etmesi gerektiğini” söyledi.
Savaşa daha fazla kaynak
SiKo bileşenleri, “Avrupa, Rusya’ya karşı koymak istiyorsa, savunma harcamalarını hızla artırmalı” tezine dayanan saldırganlık konusunda anlaşmış görünüyor.
NATO tarafından savaş harcamaları için belirlenen asgari yüzde 2’lik GSYİH payının yüzde 3’e çıkarılması düşünülüyor. Ocak ayında Trump, NATO’nun Avrupa üyelerinin ulusal gelirlerinin yüzde 5’ini savunmaya ayırmaları gerektiğini söylemişti. NATO Genel Sekreteri Mark Rutte de üye devletleri savunma harcamalarını artırmaya ve kesenin ağzını açmaya çağırdı.
Aşağılanan Avrupa
ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, Münih’te yaptığı konuşmada Avrupa ülkelerini sert bir dille eleştirdi. Konuşması sessizlikle karşılanırken, birçok Avrupalı lider tarafından “aşağılayıcı” bulundu. Trump ise, Vance’in sözlerini “muhteşem” olarak nitelendirdi.
JD Vance’yi dinleyenler, konuşması başlamadan önce, “ABD’nin Ukrayna’yı hiçbir koşulda terk etmeyeceğini” söylemesini bekliyordu. Vance beklentilerin aksine –İngiltere dahil– Avrupa hükümetlerini “değerlerinden uzaklaşmakla”, “göç ve ifade özgürlüğü” konularında “seçmenlerin endişelerini görmezden gelmekle” suçladı.
Transatlantik ittifakın akıbeti
Trump, mart ayından itibaren tüm çelik ve alüminyum ithalatına yüzde 25 gümrük vergisi koyacağını açıklamıştı. Bu, Washington’un Rusya ile nasıl başa çıkılacağı konusundaki tutumundan ticarete kadar birçok konuda Avrupa ile ayrışma sürecine girildiğinin göstergesiydi.
ABD’nin “fino köpeği” İngiltere bile hem Trump yönetimi hem Avrupa ile ilişkilerini dengede tutmanın zorluğunu yaşamaya başladı.
Münih Güvenlik Konferansı, Avrupa ile ABD arasındaki güvenlik ve diplomasi konularındaki çatlakları açıkça gözler önüne serdi.
Sonuç: Batı’nın güvenliği mi, sermayenin bekası mı?
SiKo, her zaman emperyalist devletlerin saldırganlık planlarını koordine ettikleri bir mekanizma olageldi.
Bu yılki toplantı da farklı olmadı: Batı'nın hegemonyasını sürdürebilmesi için yeni savaş senaryoları üretilecek, sermayenin çıkarları uğruna halklar daha fazla yoksullaştırılacak ve militarist politikalar tırmandırılacak.
Ancak, dünya düzeni kaçınılmaz olarak değişiyor. ABD ve Batı’nın saldırganlıklarına rağmen hegemonya alanında gerilemeleri, işçi-emekçiler ve küresel halk hareketlerinin yaygınlaşmasının yolunu açabilir.
Filistin’de, Ukrayna’da, Afrika’da ve Latin Amerika’da yükselen mücadeleler, emperyalizmin krizine verilen güçlü yanıtlar olacaktır.
SiKo gibi emperyalist platformlar, hegemonya kriziyle sarsılan kapitalist sistemin çaresizce çıkış yolu arama çabasından başka bir şey değildir.
Sonuç olarak SiKo’da dile getirilen “güvenlik” söylemleri gerçekte Batı’nın militarist tahakkümünü sürdürme stratejisinden ibarettir.