8 Mart yaklaştıkça, “Senede bir gün sadece kadınlara ait olsun, o güne karışmayın bari!” sözlerini duyarız. Hatta hediye bekleyenler, hediye alanlar furyasına tanık oluruz. Tüketim dünyası, 8 Mart’ı ters yüz ederek alışveriş yapılan güne indirgemek ister. Bu durum fabrikalara kadar uzanır; hediye dağıtan patronlar, pasta kesen yöneticiler görürüz. Maalesef benzer tarzda yaklaşan sendika yönetimlerine de denk gelmekteyiz.
8 Mart’ı da, işçi sınıfı tarihine ait herhangi bir mücadele gününü de tarihsel-sınıfsal bilincimizle anlamalı, kavramalı ve yaşatıp yeni kuşaklara taşımalıyız. İki sınıflı bir toplumda yaşıyoruz, çıkarları birbirine zıt, uzlaşmaz iki sınıf… Çalışma koşullarının iyileştirilmesini, çalışma saatlerinin düşürülmesini, eşit işe eşit ücret verilmesini isteyen kadın işçilerin mücadelesiyle temelleri atılan 8 Mart’a ezenlerle ezilenler aynı pencereden bakıp aynı anlamı yükleyebilir mi?
Bugün 8 Mart’a “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” demekle “Dünya Kadınlar Günü” demek arasında koca bir fark var. Günümüzde emekçi vurgusunu yapanlar neredeyse “suçlu” ve “kadınları kendi arasında bölen/ayıran” olmakla itham ediliyor. Kadınların hepsinin sorun yaşadığı söylenerek tüm kadınları “aynı kefeye” koyan anlayışın doğru olduğunu savunanlar, kapitalist Ayşe ile işçi Ayşe’yi hangi düzlemde ve neden ortaklaştırma derdine düşerler? Sermaye sınıfı cephesinden bunu yapanların amacı belli: 8 Mart’ı tarihsel ve sınıf özünden koparmak. Ama sol, sosyalizm adına bunu böyle yapanlar açısından durum farklıdır. Sosyalizm davasını samimiyetle savunanların o söylemlerin peşine takılmalarının anlaşılır bir yanı yoktur.
8 Mart’ı yaratan mücadele sürecine hep birlikte kısaca göz atalım: ABD ve Avrupa’da kadın işçiler 1800’lerin başında kitlesel eylemlerle, grevlerle çalışma saatlerinin düşürülmesi ve ücretlerin yükseltilmesini talep ederler. 1834 Lowell Grevi (Amerika) ve 1888 Kibritçi Kızlar Grevi (İngiltere) mücadele öne çıkan örnekler arasındadır. 1909’da Amerika’nın birçok kentinde kadın işçilerin önemli bir rol oynadığı grev ve direnişler örgütlenir. O yıllarda dünyanın birçok yerinde benzer taleplerle eylemler yapılmaktadır. Bu mücadelelerde öncü olan kadınlar 1910 yılında gerçekleştirilen Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda fener olur ve Clara Zetkin’in önerisiyle yılın bir gününün “Uluslararası Kadınlar Günü” ilan edilmesi kabul edilir. Hemen ardından 1911’de kadın işçilerin talepleriyle yer aldığı kitlesel grevler Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’de gerçekleştirilir. 8 Mart 1917’de Petrograd’da tekstil işçisi kadınlar ise “ekmek” ve “barış” talepleriyle meydanlardadır. Kadınların başlattığı mücadele kısa sürede Şubat Devrimi’ni tetikler ve Çarlık rejiminin yıkılışıyla sonuçlanır. Bu başkaldırı, 1917 Ekim Devrimi’ne giden sürecin kapılarını da açmıştır. 1921 yılında gerçekleştirilen 3.Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda o güne kadarki tüm birikime, ama özellikle Ekim Devrimi öncesindeki o büyük eylemleri yapan kadın işçi ve emekçilere atfedilerek her 8 Mart’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak uluslararası mücadele gününe çevrilmesine karar verilir. O günden beri kadın işçi ve emekçiler dünyanın dört bir yanında 8 Mart’ta talepleriyle fabrikalarda, işyerlerinde, meydanlardadır.
Tüm bunlar yok sayılarak, dayandığı tarihsel/sınıfsal temeli ve mücadeleleri görmezden gelerek 8 Mart’ı ele almak ancak ve ancak kapitalistlerin işine gelir. Nitekim Birleşmiş Milletler 1975 yılında 8 Mart’ı “kadınlar günü” ilan ederek ehlileştirmeye çalışmıştır.
Herhangi bir olay veya kavramı sınıfsal bağlamından kopuk ele almamak ne kadar önemliyse, 8 Mart’ın sınıfsal özünden koparılmasına izin vermemek de kritik bir önem taşıyor. 8 Mart’ın tarihsel ve güncel bir anlamı var ve buna sahip çıkmak gerekiyor. Biz hem 8 Mart’ın mirasına gerçekten sahip çıkmak hem de kadın işçi ve emekçilerin sorunlarını/taleplerini dile getirdiği bir mücadeleyi örgütlemek için 8 Mart’ın emekçi kadınların günü olduğunu söylemekten, emekçi vurgusunu özel olarak öne çıkartmaktan geri durmayacağız.
Dünyadaki bütün kadınların, kadın cinsinin ikincil konumundan kaynaklı şu veya bu düzeyde yaşadığı sorunlar elbette var.
Ama biz sınıfsal sömürü ve cinsel ezilmişliğin cenderesindeki milyarlarca işçi ve emekçi kadının eşitsizliğine, özgürlükten mahrum bırakılmasına son vermek istiyoruz. Diğer tüm kadınların kurtuluşunun da buradan geçtiğini biliyoruz. Tam da bunun için 8 Mart’ın emeğin kurtuluşu mücadelesinde tuttuğu yeri, kadınların eşitlik ve özgürlüğüne giden yolun ancak sınıfsal bir mücadelenin ürünü olarak ortaya çıkacağı gerçeğini anlatmaya devam edeceğiz.
Z. İnanç