Almanya’da burjuva siyasetinin otokratikleşmesi ve faşizmin normalleştirilmesi

Almanya’da ve Avrupa genelinde yükselen faşist dalgaya karşı sınıf mücadelesinin yükseltilmesi zorunludur.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 12 Şubat 2025
  • 19:30

“Faşizm, sermayenin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğüdür” Georgi Dimitrov

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, geçtiğimiz Kasım ayının başında hükümet ortakları Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) temsilcileriyle yaptığı toplantının ardından, FDP Genel Başkanı ve Maliye Bakanı Christian Lindner'i görevden almıştı. Bunun üzerine FDP, hükümette yer alan bakanlarını geri çekmiş, "trafik ışığı koalisyonu" olarak adlandırılan hükümet dağılmıştı. 16 Aralık 2024’te yapılan güven oylamasında yeterli oy alamayan hükümet, erken genel seçime gitme kararı aldı. 23 Şubat 2025'te yapılacak seçimlerin hazırlığına başlayan burjuva partileri, göçmenlere karşı ırkçı-şoven söylemlerde yarışır hale geldi.

Burjuva siyaset kurumu, artan ekonomik ve toplumsal krizler karşısında baskıcı politikaları derinleştirerek keskin bir sağa kayış sergiliyor. CDU/CSU (Hristiyan Demokrat Birlik), aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif) ile birlikte sunduğu ve FDP’nin desteğiyle Federal Meclis’te kabul edilen yasa tasarısı, bu sağcı ittifakın geldiği tehlikeli noktayı gözler önüne seriyor. Federal Meclis, Auschwitz toplama kampından kurtuluşun 80. yıldönümünü anarak başladığı oturumda, tarihsel ironiyi umursamaksızın mültecilere karşı sert önlemler içeren bir yasa tasarısını oyladı.

CDU/CSU tarafından sunulan “Güvenli Sınırlar ve Yasa Dışı Göçe Son Verilmesi” başlıklı önerge, 348 oyla kabul edilirken, 345 milletvekili karşı oy kullandı. Sol Parti’den koparak ayrı bir parti kuran ve bu partiye kendi adını verecek kadar kendisine aşık olan Sahra Wagenknecht’in Bündnis Sahra Wagenknecht-BSW (Sahra Wagenknecht Birliği) on milletvekili ile çekimser oy kullanarak bu gerici yasaya geçiş sağladı. Bu gelişme ile Almanya tarihinde ilk kez AfD desteğiyle bir yasa geçirilmiş oldu. Böylece uzun süredir korunduğu iddia edilen ve aşırı sağ ile "demokratik partiler" arasında bir bariyer oluşturduğu söylenen “Brandmauer” (Güvenlik Duvarı) fiilen çökmüş oldu.

AfD'ye meşruiyet kazandırma ve faşizmin rehabilitasyonu

CDU şefi Friedrich Merz, göçmenlere karşı ırkçı söylemlerini sertleştirerek AfD’nin dilini benimsedi. SPD ile Yeşiller ise görünürde AfD ile iş birliğini eleştirirken, gerçekte mültecilere yönelik baskıcı politikaların aktif bir parçası oldular. Başbakan Scholz, hükümetin mültecileri sınır dışı etmek için aldığı önlemleri sıralarken, Yeşiller ve FDP liderleri de “güvenliği sağlama” bahanesiyle baskıcı tedbirleri savundu.

CDU ve AfD arasındaki iş birliği, faşist partilerin meşruiyet kazanmasına ve faşizmin rehabilitasyonuna zemin hazırlıyor. AfD Milletvekili Bernd Baumann, bu yasayla birlikte “yeni bir dönemin” başladığını ilan ederek, partisini Trump, Meloni ve Wilders gibi faşist liderlerle aynı çizgide konumlandırdı. CDU/CSU’nun AfD ile örtülü ya da açık ittifakı, Almanya’da "liberal demokrasinin" hızla otoriterleştiğini gösteriyor.

Sermayenin çıkarları doğrultusunda sertleşen sağ siyaset

Artan enflasyon, düşen alım gücü ve sosyal hakların budanması, burjuvazinin krizden çıkış için otoriter yöntemlere başvurmasına neden oluyor. Sermaye sınıfı, göçmenleri günah keçisi ilan ederek toplumsal hoşnutsuzluğu yönlendirmeye çalışıyor. CDU/CSU’nun AfD ile iş birliği içinde sunduğu yasa tasarısı, tam da bu stratejinin ürünü.

Tasarıda öne çıkan bazı maddeler şöyle:

“Geçerli belgeleri olmayan kişilere Almanya’ya giriş yasağı, Sınır dışı edilmesi gereken kişilerin kışla ve konteyner yapılarda tutulması, Afganistan ve Suriye’ye düzenli geri göndermeler, ‘Tehlikeli’ görülen kişilerin gözaltında tutulması, Almanya kara sınırlarında kontrollerin artırılması.”

Bu maddeler göçmenleri hedef almakla kalmıyor; işçi sınıfı ve emekçilere yönelik baskıları artırma hazırlığı niteliği de taşıyor. Zira, bugün mültecileri hedef alan yasalar, yarın grev yapan işçilere ve protestoculara karşı kullanılacaktır.

Yeşiller-SPD ikiyüzlülüğü ve mücadelenin kaçınılmazlığı

SPD ve Yeşiller, AfD’nin yükselişine sözde karşı çıkarken, aslında bu aşırı sağcı dönüşümün önünü açıyor. Göçmen karşıtı yasaları onaylayan, polisin yetkilerini genişleten ve militarizmi artıran bu partiler, burjuva devletin işçi sınıfına yönelik saldırılarında CDU ve AfD’den farklı bir yerde durmuyor. Scholz hükümetinin göçmen karşıtı politikalarını eleştiren bazı "solcu" milletvekilleri dahi, CDU’nun önerdiği güvenlik politikalarının büyük bir kısmını destekliyor.

Almanya’daki gelişmeler, yalnızca göçmenleri/mültecileri değil, doğrudan işçi sınıfını ve emekçileri hedef alan baskıcı politikaların da habercisidir. Bugün mültecileri sınır dışı etmek için gündeme getirilen “tehlikeli kişilerin” gözaltına alınması vb. maddeler, yarın sendikal faaliyetler ve işçi grevleri engellenirken devreye sokulacaktır. Dolayısıyla, Almanya’da ve Avrupa genelinde yükselen faşist dalgaya karşı sınıf mücadelesinin yükseltilmesi zorunludur.

Almanya’da burjuva siyaset kurumunun aşırı sağa kayışı ve AfD’nin meşrulaştırılması, sistemin derinleşen krizinin sonucudur. Kapitalizmin krizine eşlik eden bu saldırılar seçimlerle aşılamaz.

Sözü geçen ırkçı-faşist yasanın meclisten geçmesini izleyen günlerde Almanya’nın birçok kentinde kitlesel protesto gösterileri gerçekleştirildi. Sağ partilerin görece daha çok desteğe sahip olduğu Stuttgart ve benzeri şehirlerde bile kitlesel protestoların gerçekleştirilmesi, Almanya’da tarihsel yaşanmışlıkların da ışığında faşizme karşı hala büyük bir duyarlılığın olduğunu gösteriyor. Bu duyarlılık, ancak işçilerin birliği halkların kardeşliği temelinde, işçi sınıfı ve emekçilerin sermayeye karşı mücadelesiyle birleştiğinde bu faşist dalganın önü alınabilecektir. Rosa Luxemburg’un söylemiyle:

“Özgürlük sürekli bir mücadele içinde kazanılır; kazanılmış gibi görünen özgürlükler, emekçilerin mücadele azmi olmadan korunamaz."