Almanya’da 23 Şubat’ta erken genel seçimler yapılacak. Seçimler yaklaştıkça ırkçı-faşişt AfD başta olmak üzere, bilimum sağ partiler göçmen ve “yabancı” karşıtlığını propaganadanın merkezine almaya başladı. Bu zehirli politikadan medet umanlar, özellikle faili göçmen kökenli olan her türden kriminal olayın üzerine balıklama atlıyorlar. Fakat fail bir Alman ise susmayı veya üstünü örtmeyi tercih ediyorlar.
Bu açıdan yakın zamanda art arda gerçekleşen iki olay oldukça açıklayıcı oldu. İlki, geçen haftalarda Almanya’nın Bavyera eyaletine bağlı Aschaffenburg kentinde gerçekleşti. 28 yaşında Afgan kökenli bir kişi, bir parkta iki yaşında bir çocukla, ona engel olmaya çalışan 41 yaşında bir erkeği bıçaklayarak öldürdü. Olayda üç kişi de ciddi şekilde yaralandı. Failin psikolojik rahatsızlığının olduğuna dair raporunun bulunduğu ve önceden hakkında sınır dışı kararı alındığı açıklandı.
Psikolojik rahatsızlığını görmezden gelen bütün ırkçı-milliyetçiler, failin menşei ile sınır dışı kararına odaklandılar. Buna dayanarak ırkçı-faşist propaganda ile toplumda göçmen karşıtı histeriye güç katmaya çalıştılar. Daha önce yaşanan benzer olaylarda olduğu gibi, bu kampanyanın da başını AfD çekti. AfD’liler anında açıklama yapmakla kalmadı, olay yerinde bir eylem örgütleyerek propagandayı sokağa taşıdılar. Etrafta toplanan kitle ve anti-faşistler ise AfD’yi “Naziler dışarı!” sloganıyla protesto ettiler.
Olayla ilgili açıklama yapanlar AfD’lilerden ibaret değildi elbet. CDU’dan Sahra Wagenkenecht İttifakı’na (BSW) kadar bütün burjuva partiler bu koroya kendi meşreplerine uygun bir üslupla katıldı. Fakat denebilir ki, tümünün ortak noktası, göçmen karşıtlığıydı. Hepsi de göçmenleri sınırdışı etmenin kolaylaştırılmasından, sınırların sıkılaştırılmasından, polisin yetkilerinin ve “güvenlik önlemlerinin” arttırılmasından dem vurdu. Bundan da anlaşılıyor ki, göçmen veya “yabancı” karşıtlığı üzerinden faşist ideolojiye güç kazandırmak tüm burjuva partilere sirayet etmiş durumda. Bu türden bir propagandanın oy kazandırdığını gören bu partiler, göçmen karşıtı koroya katılarak faşizmin kitle tabanını gittikçe genişletiyorlar.
İkinci olay ise geçen hafta yaşandı. 25 Ocak Cumartesi günü Heidelberg’de katıldığı bir etkinlikten dönen Die Linke’nin (Sol Parti) Federal Parlamento milletvekili Gökay Akbulut, Stuttgart’a dönmek üzere bindiği trende ırkçıların saldırısına uğradı. Akbulut’un sosyal medyada yaptığı açıklamaya göre, aynı gün oynanan Mainz-Stuttgart futbol maçından dönen Stuttgartlı taraftarlarla tıka basa dolu trende oturacak yer bulana kadar defalarca cinsel tacize uğradı, oturduktan sonra ise kendisine yönelik AfD’yi öven sloganlar atıldı, sözlü ve el işaretiyle cinsel saldırıda bulunuldu. Akbulut’un saldırıyı telefonuyla kayda almaya çalıştığı sırada bir kişinin attığı bira şisesinin başına isabet etmesi sonucu yaralandığı, istasyonda zor bela trenden indikten sonra polise başvurduğu ve ardından hastaneye sevkedildiği belirtildi.
Psikolojik hasta bile olsa, saldırgan göçmen olunca olaya balıklama dalan sağcılar, öz be öz Alman ve “sağlıklı” kişilerin yaptığı bu saldırıyı “kınamak” için hiç acele etmediler. AfD ise olayı “tasvip” etmemekle birlikte, “politika malzemesi haline getirmemek” gerektiğini söyledi. Oysa gittikçe ağırlaşan bu zehirli atmosferden güç alan ırkçı faşistler, saldırı yelpazesini gittikçe genişletiyorlar. Şimdiye kadar daha çok toplumdan yalıtılan en savunmasız mültecileri ve onların yurtlarını hedef alan ırkçıların saldırıları bir millevekilini hedef alabilecek raddeye varmış bulunuyor.
Geçmişte bu topraklarda derin acılar ve travmalar yaratan faşizm belası bir kez daha yakın bir tehlike haline geliyor. Sermaye gittikçe derinleşen krizine çözüm olarak bir kez daha faşizmi sahaya sürüyor. Geçmişte Yahudilerdi “günah keçisi”, bugün ise göçmenler ve “yabancı” uyruklular. Kapitalist krizin sebebi göçmenlermiş gibi propaganda yapılarak toplum birbirine düşürülmeye çalışılıyor. Bu yolla yerli emekçileri pasifize etmeye çalışmakla kalmıyor, hedef şaşırtarak krizin sorumluluğundan sıyrılmaya da çalışıyorlar.
***
Gelinen süreç sol-devrimci güçlere büyük sorumluluklar yüklüyor. İşçilerin birliğini, halkların kardeşliğini güçlendirme yaklaşımı üzerinden özetlenecek bu görev iki yönlüdür: Birincisi, faşizmin kapitalizmle olan bağını ortaya sermek, emekçileri anti-faşist/anti-kapitalist mücadeleye çağırmak, ikincisi ise faşizmi AfD’den ibaret gösteren ve emekçileri AfD’ye oy vermemeye çağıran diğer burjuva partilerin iki yüzlülüğünü ve sahtekarlığını teşhir etmek. Zira bugün faşistlerin boy verip güçlenmesini sağlayan kapitalizm iken, AfD’nin güçlenmesine zemin hazırlayan bu partilerin icraat ve söylemleridir. Başta SPD ve Yeşiller olmak üzere, bu ülkenin sözde demokratlarının iktidarları boyunca yaptıkları herşey, faşistlerin değirmenine su taşıdı. Emekçilerin sosyal sorunlarını çözmek vaadiyle geldiler, korkunç bir sosyal yıkım yarattılar. Savaşa ve silahlanmaya karşıyız dediler, birer savaş partisi olduklarını gösterdiler. NATO’dan çıkmaktan bahsettiler, Amerikan savaş arabasına balıklama atladılar. Onların militarizme ve savaşa angaje olduğu koşullarda barışı ve savaş karşıtlığını savunmak neredeyse AfD’ye kaldı. Buna rağmen şimdi kalkmışlar büyük bir pişkinlikle, “AfD’ye oy vermeyin, ona oy verirseniz faşizm gelir, bize oy verin biz sizi onlardan kurtaralım” diyebiliyorlar.
Özcesi faşizmin biricik panzehiri, anti-faşist/anti-kapitalist bir platformda, işçilerin birliği ve halkların kardeşliği mücadelesini güçlendirmektir.