“Yeni süreç” eski kısırdöngü!

Gündemde olan “yeni sürecin” bir tarafında Kürt sorununu net bir stratejik tutumla inkar eden ve kirli savaş politikasını esas alan Türk sermaye devleti öteki tarafında ise “demokratik çözüm”, “Kürt reformu” vb. tanımlarla Kürt sorununu kurulu düzen içerisinde çözmeyi temel alan Kürt hareketi yer alıyor. Yıllara yayılan kısırdöngü, tam da bu denklem üzerinden varlığını sürdürüyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 23 Ocak 2025
  • 08:00

Faşist partinin şefi Devlet Bahçeli’nin sermaye devleti adına gündeme getirdiği “yeni süreç” tartışmaları devam ediyor. 2024 yılının son günlerinde DEM Parti heyetinin İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşmesiyle başlayan “çözüm diplomasisi” ise hız kazanmış durumda. Heyet, İmralı’nın ardından başta iktidar ortağı AKP ve MHP olmak üzere, meclisteki siyasi partilerle ilk tur görüşmelerini tamamladı. Şimdi dikkatler İmralı’da gerçekleştirilecek olan ikinci tur görüşmeye odaklanmış durumda.

DEM Parti sözcülerinin kendilerince “umut” vaat eden konuşmalarının dışında, görüşmelerin içeriğine dair bütünlüklü bir açıklama henüz yapılmış değil. Bundan ziyade, gerek gerici-faşist rejim gerekse Kürt hareketi “yeni sürece” ilişkin “temennilerini” her vesile ile dile getirmeyi tercih ediyor görünüyor.

“Siyasal çözüm”: 30 yıllık kısırdöngü!

Kürt hareketi hem uluslararası gelişmelerin hem Türkiye’deki sosyal mücadelelerin hem de bizzat kendi gelişiminin vardığı evre üzerinden 1990’lı yılların başında bir yol ayrımına girmiş, “siyasal çözüm” yönelimi tam da bu koşullarda gündeme gelmişti. Bir yanda SSCB’nin çöküşü ile birlikte dünya çapında girilen gericilik dönemi, öte yanda 12 Eylül askeri faşist darbesinin Türkiye’deki toplumsal mücadele güçleri ve devrimci hareket üzerinde yarattığı derin tahribat, Kürt ulusal mücadelesinin rotasını düzen içi çözüm arayışına çevirmesinde belirleyici etkiler yarattı. Zira, ne düne kadar ulusal kurtuluş mücadelelerine ideolojik ve moral açıdan esin kaynağı olan Sovyetler vardı artık ne de bu topraklarda birleşik, kitlesel ve devrimci sosyal mücadeleler…

Komünistler bu olguya erken bir tarihte şu değerlendirme ile dikkat çekmişlerdi:

“Bugün Türkiye'de böyle bir devrimci siyasal sınıf hareketinin yokluğu, Kürt devrimci ulusal hareketinin açmazını derinleştirmektedir.” (Kürt Ulusal Sorunu – 1 / Eksen Yayıncılık)

Kürt hareketinin ’90’ların başında yöneldiği “siyasal çözüm”, gerçekte sömürgeci Türk burjuvazisi ile uzlaşı içerisinde Kürt sorununu kurulu düzen zemininde çözme stratejisi anlamına geliyordu. Bu ise Kürt hareketinden çok Türk burjuvazisine ve sermaye devletine geniş bir manevra alanı açtı. Zira “siyasal çözüm” yönelimi, inkar ve imhaya dayalı kirli savaşı aralıksız sürdüren sermaye devleti adına Kürt hareketini oyalama ve ehlileştirme olanağı anlamına geliyordu.

“Kürt devrimci ulusal hareketinin yalnızlıktan doğan açmazlarını gitgide daha iyi anlayan Türk burjuvazisi de hareketi ezmek için gösterdiği tüm çabalara rağmen, aynı zamanda, onu bir uzlaşma çizgisinde ehlileştirebilmenin olanaklarını da gitgide daha çok yoklamaktadır. Emperyalist çevreler de Türk burjuvazisine bunu telkin etmektedirler.” (Kürt Ulusal Sorunu – 1 / Eksen Yayıncılık)

Kürt hareketinin ‘90’lı yıllarda yüzünü döndüğü “siyasal çözüm” platformu, Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve “İmralı Konsepti” ile hem yeni bir boyut kazandı hem de ideolojik-politik bağlamda bugünkü biçimini aldı (Bu açıdan Kızıl Bayrak’ta yeniden yayınlanan “Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu” başlıklı yazı dizisini incelemek fazlasıyla faydalı olacaktır: /ana-sayfa/kizil-bayrak-yazilari/guncel/demokrasi-mucadelesi-ve-kurt-sorunu-1)

“İmralı Süreci”ni takip eden yıllarda ise, emperyalistlerin Ortadoğu’ya dönük yeni ve kapsamlı müdahaleleri, özellikle Irak savaşının ardından “realite” haline gelen Güney Kürdistan olgusu, Kürt sorununun bölgesel bir boyut kazanmasına yol açtı. Abdullah Öcalan’ın yakalanması ile büyük bir moral darbe yiyen Kürt hareketi, tam da bu dönemde Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin de etkisiyle hızla toparlanmayı başardı. Fakat aynı gelişmeler ve bunun Türk sermaye devleti üzerinde yarattığı “kimi basınçlar” Kürt hareketinin düzen içi “demokratik çözüm” yönelimini, çizgisini ve dahası bu bağlamda “umudunu” pekiştiren sonuçlar da yarattı. Bilindiği üzere bu aynı yıllar, AKP iktidarının “AB’ye üyelik”, “demokratikleşme” vb. masallarla toplumu oyaladığı, kendisine geniş bir toplumsal destek sağladığı (“yetmez ama evetçi solcular” dahil) yıllardı. 2009 yılına gelindiğinde ise (Oslo süreci) ABD-AKP patentli “açılımlar”, “barış süreçleri”, “müzakere masaları” dönemi başladı. Bütün bu dönem boyunca “çözüm süreci” aldatmacasıyla bir şekilde oyalanan Kürt hareketinin tüm kritik gelişmelerde nasıl bir konumlanış içerisinde olduğu ise biliniyor.

2011 yılında başlayan Suriye iç savaşında Kürt halkı ve hareketi büyük bir inisiyatif göstererek Rojava şahsında önemli kazanımlar elde etti. Aynı dönem içerisinde, 2015 yılında gerçekleştirilen seçimlerde gerici-faşist iktidar hezimete uğradı, tersinden Kürt siyasi hareketi toplumsal muhalefet içerisinde yeni bir düzeyde kendisine meşruiyet zemini yakaladı. Tüm bu gelişmelere, 2000’lerin sonunda eğreti bir düzlemde kurulan “müzakere masasının” devrilmesi eşlik etti. Kimi zaman temposu düşürülse de Kürt halkına dönük kesintisiz olarak uygulanan kirli savaş konsepti bir kez daha sahnede ön plandaki yerini aldı.

Özetle, Kürt hareketi adına geride kalan 30 yıllık dönemi belirleyen temel olgu, açmazlarla örülü bir kısırdöngüdür. Bunun gerisinde ise hareketin düzen içi çözüm arayışı ve buna denk düşen politik platformu yer almaktadır. Tek taraflı ateşkes ilanlarından “açılım” aldatmacasına, kurulan “müzakere masalarından” bugünkü sözde “yeni sürece” değin yaşanan tüm gelişmeler bu olguyu açıkça gözler önüne sermektedir.

“Ulusal sorun, bunu Filistin sorunu üzerinden de görebiliriz, devrimci bir tarzda çözülemediği sürece kuşaklar boyu sürünür. Sınırlı çözümler bulur ama çözülmez.” (Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... / 5 – H. Fırat)

Sermaye devletinin değişmeyen stratejisi: İnkar, imha ve istismar 

“Kürt sorunu toplumumuzun en yakıcı sorunlarından biri olmayı sürdürmektedir. Kürt hareketindeki köklü çizgi değişikliğine rağmen, düzen cephesinde sorunun kısmi sınırlarda olsun çözümüne ilişkin herhangi bir tutum ya da arayış söz konusu değildir. Dinci-faşist iktidar geleneksel politikayı halen ağırlaştırarak sürdürmekte, düzen muhalefeti de bu çizgiyle uyumlu hareket etmektedir.”  (TKİP VII. Kongre BildirgesiKasım 2023)

Evveliyatı bir yana, sözde “barış süreçlerinde” dahi sömürgeci Türk burjuvazisinin Kürt sorunu karşısındaki inkar ve imhaya dayalı stratejisi milim değişmedi. Sermaye devleti, Kürt hareketi ile kurulan tüm masalarda silahlı Kürt direnişini tasfiye etmek istediğini açıkça dile getirdi. Öyle ya, ırkçı-sömürgeci düzen açısından ortada bir Kürt sorunu yoktu, belinin kırılması ve onların tabiri ile “etkisiz hale getirilmesi” gereken bir “terör örgütü” vardı.

1 Ekim 2024’te faşist Bahçeli tarafından gündeme getirilen sözde “süreç” de bu yaklaşımın güncel bir versiyonundan ibarettir. Elbette “reel politikada”, yani konjonktürel açıdan gerici-faşist rejimin “yeni süreç” bağlamında kendine has hesaplarının olduğu da açıktır. Emperyalistlerin Ortadoğu üzerindeki güncel planları (somutta Kürt politikası), Türkiye kapitalizmini pençesine alan çoklu krizler (rejimi açmaza alan nesnel koşullar), Suriye başta olmak üzere bölgede yaşanan gelişmeler (Rojava konusu), düzen siyasetine rengini veren belirsizlikler tablosu (iktidar sahiplerinin toplumsal desteğinin zayıflaması), “yeni Anayasa” tartışmaları vb… Erdoğan yönetiminin “yeni süreç” hamlesi elbette tüm bunları kesen yanlar taşıyor, bu kapsamda kirli bir takım hesaplar içeriyor.

Fakat, “reel politiğin” tüm bu başlıkları “yeni süreç” üzerinden hangi “stratejik bağlama” oturuyor? Asıl sorulması gereken soru burada düğümleniyor. Bu açıdan, sömürgeci Türk burjuvazisi adına stratejik olanda, yani silahlı Kürt direnişinin tasfiye edilmesi yaklaşımında esaslı bir değişikliğin olmadığı gayet açık. Sözde “yeni sürecin” ana şiarının “terörsüz Türkiye” olarak seçilmesi dahi, sermaye devletinin stratejik yaklaşımını “törpüsüz” bir şekilde ortaya koyuyor. Kürt halkının varlığını ve tüm kazanımlarını reddeden sermaye iktidarı, bir yandan Kürt hareketine koşulsuz teslimiyet dayatıyor, “bir gece ansızın geliriz” söylemleri ile alenen tehdit ediyor öte yandan güncel gelişmeler üzerinden Kürt sorununu sonuna kadar istismar ediyor. Ona bu türden taktik manevralar ortaya koyabilme olanağını ise dün olduğu gibi bugün de Kürt hareketinin düzen içi çözüm platformu sağlıyor.

***

Gündemde olan “yeni sürecin” bir tarafında Kürt sorununu net bir stratejik tutumla inkar eden ve kirli savaş politikasını esas alan Türk sermaye devleti öteki tarafında ise “demokratik çözüm”, “Kürt reformu” vb. tanımlarla Kürt sorununu kurulu düzen içerisinde çözmeyi temel alan Kürt hareketi yer alıyor. Yıllara yayılan kısırdöngü, tam da bu denklem üzerinden varlığını sürdürüyor.

Dahası, gerici-faşist rejim önceki “süreçlere” göre el yükselterek ortada bir pazarlığın olmadığını, Kürt direnişinin koşulsuz tasfiye edilmesinin “tek şart” olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Bunu hem içeride hem de bugün için ön planda duran Rojava ve Güney Kürdistan üzerinden şart koşuyor! Bölgede “sömürge valisi” gibi hareket eden Hakan Fidan, bu koşullar sağlandığında (ki rejimin “yeni Osmanlıcılık” politikasına uyumlu olarak) Türk sermaye devletinin Kürtlerin bölgesel ölçekte hamiliğini üstleneceğini yüksek perdeden dillendiriyor.

“İnkara ve imhaya dayalı geleneksel politikanın uygulama alanı artık Türkiye’nin sınırlarını aşmış, Irak ve Suriye’yi de kapsar hale gelmiştir. Öylesine ki Kürt hareketiyle silahlı savaşın esas alanı artık Türkiye’den çok Güney Kürdistan ve Rojava’dır. Buralardaki bazı Kürt bölgeleri halen Türk devletinin askeri işgali altındadır. Kürtlerin ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesini bölge düzeyinde boğmak, iktidarın halen izlemekte olduğu Ortadoğu politikasının temel bir unsurudur.” (TKİP VII Kongre Bildirgesi)

Bu kadarı dahi şu ya da bu gelişmenin olayların seyrini hızla değiştirebileceğini, “yeni umutlar” bağlanan “yeni sürecin” hızla geride kalabileceğini, sömürgecilik histerisi düne göre çok daha kabarmış olan sermaye devletiyle kurulan masalardan ya da emperyalistlerle girilen ilişkilerden Kürt halkı adına “barışın”, “özgürlüğün” ya da “çözümün” elde edilemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır.

TKİP Programı’ndan:

Ulusal baskı ve eşitsizliğin sınıfsal baskı ve eşitsizliğin bir yansıması olduğunu göz önünde bulunduran TKİP, ulusal sorunun köklü ve kalıcı çözümünün ancak proletarya devrimi tabanında olanaklı olduğu gerçeğine dayanır. Proletarya devrimi programının bir parçası olarak, aşağıdaki istemler uğruna bugünden kararlılıkla mücadele eder ve iktidara gelir gelmez bunları derhal gerçekleştirir:

a- Her türlü ulusal baskı, eşitsizlik ve ayrıcalığın ortadan kaldırılması.

b- Kürt ulusuna kendi kaderini tayin hakkı.

c- Tüm dillerin tam hak eşitliği. Zorunlu devlet dilinin kaldırılması. Herkese kendi anadilinde eğitim hakkı.

d- Tüm azınlık milliyetlere kendi dillerini ve kültürlerini kullanma, koruma ve geliştirme olanağı.”