Sermaye iktidarının “yeni” Kürt politikası

Kürt sorununu kurulu düzenle uzlaşarak ve emperyalistlerin desteğini alarak çözmeye çalışmak, Kürtlerin bazı haklar elde etmesini ve kimi kazanımlarını korumasını belki sağlayabilir. Ancak bu, sorunun özgürlüğe ve eşitliğe dayalı gerçek ve kalıcı bir çözümünü getirmeyecektir. Zira Kürt sorununun gerçek özgürlük ve tam eşitlik temelinde bir çözüme kavuşması, Türkiye’nin kapitalist düzeni ayakta kaldıkça olanaklı değildir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 21 Ocak 2025
  • 11:30

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DEM Partili milletvekilleriyle “çok kıymetli” kabul edilen tokalaşmasıyla bir “süreç” başlatıldı. Bunu izleyen açıklamalar ve gelişmelerle birlikte “barış”, “Türk-Kürt kardeşliği” ve “demokratikleşme” tartışmaları gündemin merkezine oturdu. Dolayısıyla sözde yeni çözüm arayışı ve girişimine konu edilen Kürt sorunu, Türkiye’nin ve bölgenin önemli gündemlerinden biri olarak tekrar öne çıkartıldı. Bunun gerisindeki temel nedenlerden biri, Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesinin yarattığı birikim ve bunun sonucu çözümünü dayatan Kürt sorununun bunaltıcı ağırlığıdır. Diğeri ise, çürümüş Esad rejiminin yıkılışını da kapsayan Ortadoğu’daki gelişmeler ve bunun yol açtığı sonuçlardır. 

Suriye’deki çöküş ve bununla bağlantılı olarak Rojava’daki özerk yapının geleceği, Türk sermaye iktidarını “yeni” bir Kürt politikası geliştirmeye zorlamış bulunuyor. Rojava’daki özerk yapıya ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerin verdiği destek, sömürgeci Türk burjuvazisi için kaygı ve korku kaynağıdır. Zira Suriye ve bölgedeki gelişmeler, Türkiye ve bölgedeki Kürt sorununun çözümünü yakıcı hale getirerek sermaye iktidarı için büyük bir bunalım öğesine dönüştürmüş, ancak aynı zamanda Kürtleri “kazanmak” hesabıyla yayılmacı heves ve emellerini de kışkırtmıştır. İşte temel amacı Kürt hareketini silahsızlandırmak ve tasfiye etmek olan dinci-faşist iktidarın “yeni” Kürt politikası, bu çerçevede gündeme getirilmiştir. 

Gündemde “Türk-Kürt kardeşliği” ve “barış” iddiasıyla yeni bir “süreç” olmasına rağmen herşey belirsizliğini koruyor. Öcalan, iktidar ve DEM Parti heyeti arasındaki görüşmelerde nelerin gündeme geldiği, pazarlık masasında nelerin istenip nelerin verildiğine ilişkin herhangi bir şey bilinmiyor. Şimdiye kadar bilinenler, Öcalan’ın kamuoyu ile paylaşılan görüşleri ve yedi maddelik mesajı ile Bahçeli’nin DEM Parti heyetinin Öcalan ile görüşmesinin ardında yaptığı “İmralı ile DEM Parti temsilcileri arasında gerçekleştirilen görüşme…Türk-Kürt kardeşliğine bağlanan umutları nispeten takviye etmekle kalmamış hayırlı bir başlangıcın ivmesi olmuştur” açıklamasıdır. 

Öcalan, “Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmenin” Ortadoğu’daki gelişmeler nedeniyle “aciliyet” kazandığını ve sorunun “dışardan müdahalelerle kangrenleştirilmeye” çalışıldığını hatırlatmaktadır. En önemlisi de “Sayın Bahçeli’nin ve sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” açıklamasını yapmış bulunmaktadır. 

Bilinen öteki şey ise, İmralı’daki görüşme sonrası Öcalan’ın istemi üzerine DEM Parti heyetinin mecliste temsil edilen siyasi parti başkanlarıyla yapılan görüşmelerin hemen tümünün “samimi ve umut verici düzeyde” olduğu iddiasıdır. “Türk-Kürt kardeşliğinin güçlendirilmesinin tarihsel sorumluluğu, Ortadoğu’da yaşanan köklü ve geri döndürülemez gelişmelerin yüklediği sorumluluk” ile hareket edilmesi gerektiğine dair vurgudur. 

Dinci-faşist iktidarın Kürt hareketini tasfiye etme hedefi

Öcalan’ın bildiği anlaşılan “Bahçeli ve Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigma”nın ne olduğu Kürt halkı ve kamuoyu tarafından bilinmese de, iktidarın temsilci ve sözcülerinin tehdit içeren açıklamaları, bu “paradigma”nın sınırları ve hedefleri hakkında fikir veriyor. Göründüğü kadarıyla “Milli birlik ve kardeşliği güçlendirme”, “terör örgütünü tasfiye etme”, “terörsüz Türkiye” ve Ortadoğu’da yayılmak paradigmanın ana eksenini oluşturuyor. 

Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasında sarf ettiği sözler de, “paradigma” derken ne anlaşılması gerektiği konusunda son derece aydınlatıcı oldu: “Son dönemde gerçekleşen çalışmaların tek bir amacı vardır; terör örgütünün kendini feshetmesi, silahların kayıtsız şartsız teslim edilmesi, (...) iç cephemizin güçlendirilmesi, ez cümle yarım asırlık bölücü terör parantezinin kapatılması”dır.

Urfa’da yaptığı konuşmada da “paradigma”yı anlatmaya devam eden Erdoğan, şu tehditleri savurdu: “Ya namlusu ülkemize dönük olan o silahlar gömülecek, ya da Türkiye’ye silah doğrultanlar gömülecek. Bunun haricinde üçüncü yol, alternatif mevzubahis değildir.”

Aynı tehdidi AKP 8. Olağan İl Kongresi’nde de tekrarladı: “Terör örgütü, elebaşının çağrısını dinler, siyasi uzantısı da üzerine düşenleri yaparsa kazanan tüm Türkiye olur. Aksi taktirde meseleyi operasyonlarla çözmeyi biliriz…”

Faşist partinin reisi Devlet Bahçeli de önce “kardeşlik” üzerine naralar atıyor, ardına insanları toprağa gömme tehdidini ekliyor. 

Kürt sorununu “Türk-Kürt kardeşliğiyle” çözmek istediklerini iddia edenler, bu denli düşmanca bir dil kullanıyor, tehditleri savuruyorlar. Kürt halkının demokratik taleplerini bastırmada tam bir görüş ve tutum birliği içinde olduklarını tekrarlıyorlar. Kürt sorununa yaklaşımının özü bu olan Türk sermaye devletinin Kürt sorununu çözmesi mümkün değildir.Söz konusu açıklamalar, sermaye iktidarının bu sorunu çözme niyet ve olanaklarından yoksun olduğunun itirafıdır.

Öyle ki, bugün yeni bir “süreç” başlattıklarını iddia edenler, Türkiye’de “Kürt sorunu” olmadığını tartışabiliyor, “Kürt sorunu yok terör sorunu var” diyebiliyorlar. Dolayısıyla sorunun çözümüne ilişkin tartışma ve girişimler aldatmaca ve oyalamadan ibarettir. “Türk-Kürt kardeşliği” ve “terörsüz Türkiye açılımı” ile hedeflenen, Kürtlere kısmi bazı tavizler verme görüntüsü üzerinden Ortadoğu’daki gelişmelerde rol kapmak, Kürtlerin emperyalistler ve siyonistler tarafından yedeklenmesini boşa çıkarmak ve bu arada olanaklıysa Rojava’daki özerk yapıyı tasfiye etmektir.

Sürecin nereye evrileceğinde sadece sermaye devleti ile Kürt hareketi değil, emperyalist merkezlerin tutumu da belirleyici olacaktır. Zira uluslararası gelişmeler ve bölgedeki nesnel durum, Kürt sorununu emperyalist güçlerin de gündemine yeniden oturtmuş bulunuyor. Dolayısıyla ABD, İngiltere ve siyonist İsrail, çıkarları gereği yeni “açılım” sürecinin dışında değiller. Ancak, siyonistlerin, batılı emperyalistlerin ve onların savaş örgütü NATO’nun önemli rol oynayacağı bir “çözüm”ün sadece Kürt halkına değil, bölge halklarına da ne getireceği bellidir. 

Kürt sorununu kurulu düzenle uzlaşarak ve emperyalistlerin desteğini alarak çözmeye çalışmak, Kürtlerin bazı haklar elde etmesini ve kimi kazanımlarını korumasını belki sağlayabilir. Ancak bu, sorunun özgürlüğe ve eşitliğe dayalı gerçek ve kalıcı bir çözümünü getirmeyecektir. Zira Kürt sorununun gerçek özgürlük ve tam eşitlik temelinde bir çözüme kavuşması, Türkiye’nin kapitalist düzeni ayakta kaldıkça olanaklı değildir.

Özgürlük, eşitlik ve gönüllü birlik temelinde halkların daha ileri düzeyde devrimci birliği ve kaynaşması, olanaklı tek çözüm yoludur. Bu elbette kismi ya da sınırlı bazı “çözüm”lerin olanaklı olamayacağı anlamına gelmiyor. Ancak bu Kürt ulusal sorununun tüm kapsamıyla, yani köklü ve kalıcı biçimde çözülmesi anlamına gelmeyecektir. Sorun yalnızca farklı bir biçim ve mahiyet kazanmış olacak ama devam edecektir.