“Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”
ABD Başkanı Donald Trump, “şeref” konuğu ve arkadaşı Binyamin Netanyahu’nun huzurunda Gazze Şeridi’nin etnik temizliğe tabi tutulması, nüfustan arındırılması ve ilhak edilmesine yönelik planını ana hatlarıyla tüm dünyaya duyurdu. Bu plana göre, Gazze’nin geri kalan nüfusu topraklarından sürülecek ve sefalet içinde yaşayıp ölmek üzere çöllere ya da uzak ülke ve adalara dağıtılacak. Çoğu kadın, çocuk ve yaşlı olan on binlerce ceset ise enkazların altında gömülü kalacak. Çürüyen cesetlerin üzerine Trump ve soykırım arkadaşı Netanyahu, yandaşlarının servetlerine servet katacakları oteller, eğlence merkezleri ve kumarhaneler inşa edecekler. Trump’ın “orayı devralacağız ve geliştireceğiz” dediği plan işte bu. İşte emperyalistlerin yaratmayı vaat ettikleri “Orda Doğu’nun turizm cenneti” ve Gazze’nin “rivierası”.
İsrail, ABD ile Batı’nın koşulsuz desteğiyle 15 ay boyunca Gazze’yi harabeye çevirdi. Tüm dünyanın gözleri önünde yürütülen sistematik katliamlar, modern tarihin en kanlı en barbar soykırımlarından biri olarak kayıtlara geçerken, işgalci güçler artık yeni bir aşamaya geçtiklerini ilan ediyorlar.
ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmenin ardından “Gazze’yi ABD devralacak” diyerek sömürgeciliğin gerçek kodlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Artık oralara “demokrasi götürüyoruz” deme gereği bile duymuyorlar. Doğrudan “işgal ediyoruz” küstahlığını sergiliyorlar. Trump, sosyal medya hesabı Truth Social’dan yaptığı açıklamada, İsrail’in çatışmalar sona erdiğinde Gazze’yi ABD’ye teslim edeceğini duyurdu ve bölgenin "Ortadoğu’nun en büyük ve en gösterişli turizm merkezi" haline getirileceğini söyledi.
Bu açıklama, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği etnik temizlikle, 1948 Nakba’sının bir devamı olarak tüm Filistin halkını zorla sürgüne gönderme planının ilanıdır. Netanyahu, ABD’nin açık desteğiyle soykırımı tamamlamaya çalışırken, Trump’ın Beyaz Saray’da bu savaş suçlusunu “şeref” konuğu olarak ağırlaması, emperyalist sömürgeciliğin nasıl bir suç ortaklığı içinde olduğunu kanıtlıyor.
Soykırımda “son perde”
Trump’ın açıklamaları, İsrail’in Gazze’yi tamamen insanlardan arındırma politikasının hedeflenen son perdesine işaret ediyor. İsrail 15 aydır yürüttüğü saldırılarda kimi araştırmalara göre 180 binden fazla Filistinliyi katletti, en az o kadarını da yaraladı ve milyonlarca insanı evsiz-barksız bıraktı. On binlerce kişinin cesedi ise halen enkazlar altında. Katiller, işte bu yıkımın üzerine bir "turizm cenneti" inşa etmekten söz ediyor. Trump, Gazze için “ABD askerlerine ihtiyaç olmayacak, çünkü artık orada halk kalmayacak” diyerek büyük İsrail projesini, Filistin’in tamamen haritadan silinmesini hedeflediğini açık ediyor.
Ancak bu, yeni bir fikir değil. İsrail, 1948’den bu yana Filistin topraklarını parça parça gasp ederek, halkını göçe zorlayarak ve “uluslararası hukuku” hiçe sayarak “Büyük İsrail” hayalini gerçekleştirmeye çalışıyor. Şimdi ise Gazze’yi tamamen insansızlaştırıp, yerini zenginler için bir tatil beldesine dönüştürme planını pervasızca dile getiriyorlar. Naziler bile bir yeri işgal ettiklerinde gerekçe uydururlardı, oysa Trump-Netanyahu ikilisi artık buna ihtiyaç duymuyorlar.
Soykırım suçlusu Netanyahu Beyaz Saray’da “şeref” konuğu
Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçlarını tescil etti ve Netanyahu’nun bir savaş suçlusu olarak yargılanması gerektiğini belirtti. Bu zat, o nedenle “aranıyor” ve tutuklanması gerekiyor. Ancak ABD ve Batı, soykırımın baş aktörünü cezalandırmak yerine Beyaz Saray’da ağırlıyor. Netanyahu, Washington’da Trump tarafından “şeref” konuğu olarak karşılanırken, Filistin halkı bombardımanlar altında hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Trump’ın "Gazze bizim olacak" söylemi, İsrail’in işgal politikalarına doğrudan destek vermekle kalmadığını, ABD’nin doğrudan bu projeyi sahiplendiğini de gösteriyor. Bu, ABD ve Batı’nın “demokrasi ve insan hakları” maskesine bile artık gerek duymadığını gösteriyor. Aynı Batı dünyası, Ukrayna’nın “egemenlik hakkını” savunurken, Filistin’e soykırımı reva görüyor.
Filistin halkı direnişten vazgeçmiyor
ABD ve İsrail’in tüm planlarına rağmen Filistin halkı direnmeye devam ediyor. Gazze’den ve Batı Şeria’dan yükselen sesler, “Topraklarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz” diyor. Karl Marx "Haksızlığa ve zulme karşı direnmeyen, insanlık onurundan vazgeçmiş demektir” diyor. Filistin halkı direnişiyle tüm insanlığın onurunu korumaya devam ediyor.
Filistin’in BM Daimi Temsilcisi Riyad Mansur, Trump’ın “Filistinliler daha mutlu ve güzel bir yere gönderilmeli”açıklamasına “Öyleyse İsrailliler de ilk evlerine dönsün” sözleriyle yanıt verdi. Bu açıklama, Filistin direnişinin haklılığından alınan güce işaret ediyor. İsrail, Batı’nın desteğiyle ne kadar saldırırsa saldırsın, Filistin halkının özgürlük mücadelesini bastıramayacaktır. Direniş, yalnızca askeri değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel bir savaş olarak da devam ediyor. 15 ay süren soykırım savaşına rağmen Gazzelilerin yurtlarını terk etmemesi, işgal planlarının hayata geçirilmesinin kolay olmadığına işaret ediyor.
Emperyalizme ve siyonizme karşı mücadele büyütülmeli
ABD ve İsrail, Filistin halkını sürmek veya yok etmek, ardından Gazze’yi bir “turizm merkezi” haline getirmek için yıllar önce hazırlandıkları planı yürürlüğe koymaya çalışıyor.
Bu vahşi, çıplak sömürgecilik yalnızca Filistin halkına yönelik bir saldırı değil, emperyalist/Siyonist barbarların dünya halklarına hangi gözle baktıklarının da göstergesi. Kapitalist-emperyalist düzen, halkları katlederek, yerlerinden sürerek ve gerçek kodlarına (doğrudan işgal) geri dönerek, sermaye için yeni talan alanları arıyor.
Ancak tarih, emperyalizmin ve sömürgeciliğin her zaman direnişle karşılandığına sayısız kez tanıklık etti. Filistin halkı yalnız değil ve dünyanın dört bir yanında yükselen dayanışma hareketleri, bu soykırımın cezasız kalmayacağını gösteriyor.
İsrail’in işgal politikaları ve soykırımcılığı, ABD’nin küstah söylemleri, sadece Filistin’de değil, tüm dünyada emperyalizme karşı mücadeleyi daha da büyütmenin elzem olduğunu gösteriyor. Lenin’in dediği gibi; "Tarihin diyalektiği, ezenlerin kaçınılmaz olarak yok olacağını ve ezilenlerin özgürlüğe kavuşacağını göstermektedir."
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da tarihi soykırımcı ve sömürgeciler değil, direnen halklar yazdı ve yazmaya devam edecek. Zalimler zulümleriyle anılacak. Filistin halkı direnişiyle kazanacak, emperyalizm ve soykırımcı siyonistler kaybedecek!