Aşırı sağcı Almanya için Alternatif'in (AfD) 16. Federal Parti Kurultayı, 11-12 Ocak tarihlerinde Saksonya Eyaleti’nin Riesa kentinde gerçekleştirildi.
Kurultay başlamadan önce toplanan 15 bin civarında kişi, ırkçı-faşist partiyi protesto etmek ve kurultayı engellemek için Riesa’da eylem yaptı. AfD toplantısının yapılacağı mekânın önünde protesto gösterisi düzenleyen kitleye polis saldırdı. Polis saldırısına maruz kalanlar arasında yaralanan, bilincini yitiren ve tutuklananlar oldu. Elbette ki tüm bu saldırılar, faşist partinin “huzur içinde” toplantı yapması için gerçekleştirildi.
AfD güruhu, polis denetiminde ancak 6 saat gecikmeyle salona girebildi. 600 kadar kişinin katıldığı kurultayda AfD, yalnızca seçim programını değil, ideolojik rotasını da “yeniden şekillendirdiğini” iddia etti. Liberal ekonomik politikayla ırkçı-faşist söylemi harmanlayarak sermaye çevrelerine “cazip görünme” çabasına ağırlık verdi. Büyük sermaye ile flört eden faşist parti, göçmen emekçileri düşmanlaştıran “yeni yönelimi” ile Almanya’da siyasi dengeleri sarsacak potansiyele ulaşmış görünüyor.
Alice Weidel ve parti içi denge arayışı
Kurultayın en dikkat çeken isimlerinden biri, 23 Şubat’ta yapılması planlanan genel seçimlerde başbakan adayı olarak oybirliğiyle seçilen Alice Weidel oldu. Partinin “liberal ekonomik kanadını” temsil ettiği iddia edilen Weidel, ırkçı-milliyetçi kesime daha yakın duran eşbaşkan Tino Chrupalla’nın desteğiyle liderliğini daha da güçlendirdi. Weidel, kurultaydaki konuşmasında sermaye yanlısı bir tutum sergilerken, ırkçı-milliyetçi tabanı ürkütmemek için “dengeli” bir dil kullandı. Bu “denge arayışı”, AfD’nin köklü bir söylemi olan “Dexit” (Almanya’nın AB’den çıkması) talebinden vazgeçilerek yalnızca Euro’dan çıkış önerisine yer verilmesiyle somutlaştı. Avrupa Birliği’nden ayrılma çağrısının programdan çıkarılmasının, sermaye çevrelerinden gelen telkin veya baskılarla gerçekleştiğini tahmin etmek güç değil.
“Yeni” kılığa bürünen AfD, ideolojik temelinden “taviz vererek” sermayenin desteğine kapıları aralamış oldu. Kurultayda alınan bir diğer önemli karar, partiye bağlı bir gençlik örgütü kurmaktı. “Junge Patrioten” (Genç Vatanseverler) adıyla yeniden yapılandırılacak bu örgütün, önceki gençlik yapılanması “Junge Alternative”den (Genç Alternatif) farklılık göstereceği iddia edildi. Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından “Nazi yanlısı ve aşırı sağcı bir hareket” olarak sınıflandırılan Genç Alternatif’in partiden “bağımsız” bir yapıya sahip olması, uzun süredir AfD’nin başını ağrıtıyordu. 1 Nisan 2025’te kurulacağı açıklanan “yeni” gençlik örgütünün, “parti tüzüğüne sıkı sıkıya bağlı bir şekilde faaliyet yürüteceği ve AfD’nin politik çizgisinden sapmayacağı” belirtildi.
Göçmen karşıtlığı ve ırkçı retorik
AfD’nin seçim bildirgesine eklediği “tersine göç” (Remigration) kavramı, milyonlarca göçmenin ırkçı-faşist söylemlerle hedef alınarak Almanya’dan sınır dışı edilmesini anlatıyor. Alice Weidel’in daha önce mesafeli yaklaştığı iddia edilen bu kavramın, parti içindeki radikal ırkçı-faşist kesimlerin ağırlığı ile kabul edildiği söyleniyor.
Göçmen karşıtı bu ırkçı söylem, özellikle doğu eyaletlerindeki ırkçı-milliyetçi seçmenler için bir “cazibe” unsuru olurken, sermaye çevrelerinden de destek buluyor. Göründüğü kadarıyla sermayenin desteği, düşük ücretli göçmen emeğine duyulan ihtiyacın kontrol altında tutulması hedefiyle bağlantılı.
Yel değirmenlerine karşı savaş
Weidel’in kurultay konuşmasında iklim krizini "safsata" olarak niteleyen ve iktidara geldiklerinde tüm iklim harcamalarını rafa kaldırarak nükleer enerjiye hızla döneceklerini ilan eden çıkışı, AfD’nin popülist, sermaye yanlısı ve Trumpist politikalarının çarpıcı bir yansıması oldu.
Konuşmasında hızını alamayan Weidel, adeta yel değirmenlerine savaş açmışçasına, "Kahrolsun rüzgâr türbinleri, rüzgâr türbinlerini yıkacağız!" sözleriyle yenilenebilir enerji politikalarını hedef aldı.
Weidel’dan önce aynı absürt yaklaşımı Trump savunmuştu. Trump’ın “gayri resmi” temsilcisi sayılan Elon Musk’ın kurultay öncesi ve sonrasında AfD’ye verdiği destek, partinin uluslararası sermayenin faşist temsilcileriyle kurduğu yeni ittifakın göstergesi oldu.
Musk’ın sosyal medya platformu üzerinden parti kurultayını canlı yayınlaması, AfD’yi Almanya için “alternatif” ilan etmesi, Weidel’in konuşmasında Musk’a teşekkür etmesi, AfD’nin uluslararası sermaye ile flörtünün geldiği noktayı ifşa ediyor.
AfD’nin yükselişi, yalnızca Almanya için değil, tüm Avrupa için sermayenin artık "sopa göstermekle" yetinmediğini, sopayı doğrudan kafalara indirme yöntemini benimsediğini açıkça ortaya koyuyor. Zira bu parti sadece Almanya’da değil, kıta Avrupa’sında da aşırı sağ dalganın güçlenmesine katkı sağlıyor.
AfD gibi faşist partilerin yükseltilmesi, sermayenin artık liberal burjuva “demokrasisi” ile yönetemediğini ve bu tür ırkçı-faşist oluşumlarla yola devam etmeyi hedeflediğini gösteriyor. Sermaye, bu politikalar aracılığıyla toplumdaki eşitsizlikleri ve ayrışmayı daha da derinleştirerek kendi hegemonyasını pekiştirmeyi amaçlıyor.
Görünen o ki, Almanya için “alternatif” olduğu iddiasındaki AfD, Almanya için değil ama sermaye için faşist bir alternatif olma yolunda hızla ilerliyor. Tüm hak ve özgürlükleri tehdit eden bu faşist yükselişin durdurulabilmesi için işçi sınıfının mücadele alanlarına çıkması ve ilerici-devrimci güçlerle anti-faşist direnişi yükseltmesi gerekiyor.