Zorbalığa karşı tek etkili yol birleşik direniş

İlerici-devrimci güçler başta olmak üzere zorbalığa maruz kalan tüm toplumsal kesimlerin, iktidarın pervasız saldırılarına karşı birleşik mücadeleyi örmek için çaba sarf etmesi gerekiyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 29 Ocak 2025
  • 15:25

AKP-MHP iktidarı tırmandırdığı faşist saldırıları dört bir koldan sürdürüyor. “Yeni süreç” tartışmaları devam ederken avukatlar, gazeteciler, gözaltına alınıp tutuklandı, belediyelere kayyım atandı, sanatçılar ve menajerleri 12 yıl önce yapılan Gezi eylemleri gerekçe gösterilerek hedef haline getirildi. 

Grev yasakları, gözaltı ve tutuklama terörüne rutin bir şekilde yeni halkalar ekleniyor. Kartalkaya’da yaşanan katliam, sonu gelmeyen iş cinayetleri, çürüyen sistemde insan yaşamının hiçbir değerinin kalmadığını gösteriyor. Artan hayat pahalılığı, kötüleşen yaşam koşulları, maaşlar dışında her şeye yapılan zamlar, demokratik hakların tırpanlanması, baskı ve zorbalığın “tek yönetim biçimi” haline getirilmesi emekçilerin öfkesini büyütüyor. AKP-MHP iktidarı ise korku iklimini büyüterek açmazlarını gizlemeye çalışıyor. Bahçeli’nin grup toplantısında yaptığı konuşma bu korkunun itirafı niteliğindeydi: “Boykot moykot ezberlerinden sonra sokağa çıkma çağrılarının, direniş kışkırtmalarının ya darbeye ya da isyana davet olduğunun farkındayız”.

İktidarın aparatı Bahçeli her zamanki gibi tehdit sopasını sallarken, iktidarın şefi Erdoğan ise 12 yıl sonra Haziran Direnişi’nden duyduğu korkuyu tekrar tekrar dile getiriyor. 

Kapitalistler kasalarını tıka-basa doldurabilsinler diye sistematik bir şekilde işçileri emekçileri yoksullaştıran politikalar uygulayan rejim meşruluğunu yitirdikçe saldırganlaşıyor. Gelinen yerde şiddet dışında elinde kullanışlı bir araç kalmamıştır.

Gözaltı sopası, tutuklama furyası

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ve yönetim kurulu üyelerini iki ayrı “suçtan” soruşturuyor. Başsavcılık, 21 Aralık 2024 tarihli “öldürülen gazeteciler” konulu açıklamayı gerekçe göstererek baro yönetimini “terör örgütü propagandası” yapmak ve “halkı yanıltıcı bilgi yaymakla” suçladı. Baro yöneticilerinden Avukat Fırat Epözdemir ise farklı bir soruşturma bahanesiyle tutuklandı.

Sinema ve dizi sektöründe tekelleşemeye yol açmakla eleştirilen menajer Ayşe Barım, Haziran Direnişi’nin "planlayıcılarından" olduğu iddia edilerek 27 Ocak’ta tutuklandı. Barım'ın tutuklanma sürecinde yapılan yargılamada henüz yasalaşmayan "etki ajanlığı” kullanıldı.

İBB Başkanı İmamoğlu’nun adını açıkladığı bilirkişiyle yaptığı görüşmeyi yayınladığı gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatılan gazeteci Barış Pehlivan, programın sunucusu Seda Selek, Halk TV Sorumlu Müdürü Serhan Asker 28 Ocak’ta gözaltına alındı. Fırat Fıstık ve Şirin Payzın’a soruşturma açıldı. Suriye’de katledilen meslektaşlarını İstanbul’da anmak isteyen gazeteciler ise geçtiğimiz ay tutuklandı. 

ESP, SKM ve SGDF’ye yönelik gözaltı terörü, 34 kişinin tutuklanmasıyla farklı bir boyuta taşındı. 

Sokak röportajında konuşan bir kadın Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği gerekçesiyle 28 Ocak’ta tutuklandı.

Kayyım rejimi devrede

Esenyurt, Mardin, Hakkari, Batman, Halfeti, Tunceli, Ovacık, Mersin Akdeniz Belediyeleri’nin ardından Siirt Belediyesi’ne de kayyım atandı. 

Gazetecilik yaptığı dönemde hakkında "örgüt üyesi olma" iddiasıyla dava açılan Siirt Belediye Eşbaşkanı Sofya Alağaş’a, 28 Ocak’ta yapılan duruşmada Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 6 yıl 3 ay hapis cezası verdi. İçişleri Bakanlığı, Sofya Alağaş'a ceza verilmesini fırsat sayıp Siirt Belediyesi'ne üçüncü kez kayyım atadı. 

Erdoğan meydanlarda “milletin iradesi” diye nutuk atarken, “millet” onlara biat etmeyince kayyım saldırısını devreye sokuyorlar. Zira onlara göre “millet”, kendilerine biat edenlerden ibarettir. Dinci-faşistlere oy vermeyenler ise milletten değildir, hele de Kürt ise. 

Yükseltilen korku duvarları 

Yaşananlar gösteriyor ki zorbalığın dozu adım adım artırılmaya devam edecek. Nitekim Erdoğan-Bahçeli ikilisi sistematik bir şekilde tehditler savuruyor. Hal böyleyken Kürt hareketiyle ilan edilen “yeni süreç” bağlamında “umutlu” laflar edilmesinin hiçbir kıymeti harbiyesi bulunmuyor. Bu yaklaşımla ancak zorbalara zaman kazandırılır. Kürt halkı ve hareketi dahil olmak üzere, hiçbir toplumsal kesim dinci-faşist rejime karşı mücadele etmeden bir şey kazanamaz. Tersine, adım adım kaybeder. Yazık ki, yıllardan beri yaşanan da budur. 

Saldırganlığın artması, toplumun farklı kesimlerini kapsaması, mücadele dinamiklerine yenilerini ekliyor. Bu ise farklı toplumsal kesimlerin katılımıyla zorbalığa karşı birleşik mücadeleyi örmenin koşullarını olgunlaştırıyor. İlerici-devrimci güçler başta olmak üzere zorbalığa maruz kalan tüm toplumsal kesimlerin, iktidarın pervasız saldırılarına karşı birleşik mücadeleyi örmek için çaba sarf etmesi gerekiyor. Çünkü bu gidişatı durdurmanın başka bir yolu bulunmuyor.