İletişim Bakanlığı 6 Şubat depremlerinin ikinci yılı vesilesiyle “Asrın felaketinin 2. yılı inşa ve ihya çalışmaları” adlı bir kitap yayınladı. Adıyaman’da gerçekleştirilen "Bir Oluruz 6 Şubat Depremleri Anma Programı"nda bu kapsamda bir konuşma yapan Tayyip Erdoğan, partisinin İstanbul 8. Olağan İl Kongresi'nde ise “2028'den sonra yeni bir İstanbul yeni bir Türkiye inşa edeceğiz” dedi.
Depremlerde yaşanan büyük insan kıyımından sorumlu olanların hesap vermediği bir düzende “yeni” ve “inşa” kavramları ancak saray rejiminin bekası için piyasaya sürülebilir.
İletişim Bakanlığı tarafından yayınlanan kitapta ilk sıraya (Erdoğan’ın önsözünden sonra) “Dünyayı sarsan afetlerin haritası” yerleştirilmiş. 606 sayfadan oluşan kitabın sonunda yer alan tanıtımda ise şunlar söyleniyor:
“6 Şubat depremlerinin ardından geçen iki yıllık süreçte, devletimizin asrın felaketinden etkilenen 11 ilimizde gerçekleştirdiği inşa ve ihya faaliyetlerini ayrıntılı ele almaktadır. Beş bölümden oluşan çalışmada kamu güvenliği ve denetim, sağlık, ulaşım ve haberleşme, barınma ve güvenli konut, eğitim, gençlik ve spor, kültür-sanat, dini ve sosyal hizmetler alanlarında yürütülen çalışmaların yanı sıra ekonomik istikrar için destekler ve tedbirler, iş ve toplum yaşamına yönelik çalışmalar, sanayiyi destekleyici adımlar, tarım dostu düzenlemelerde derinlemesine tüm boyutlarıyla ortaya koyulmaktadır.”
Oysa ki, büyük insan kıyımının yaşandığı günden bugüne hesap veren olmadı. On binleri ölüme sürükleyenlerin bir teki yargılanmak bir yana, istifa bile etmedi. Tümü pişkin bir şekilde koltuklarında oturmaya devam ediyor. Dahası, resmi verilere göre 53 bini aşkın (bilimsel hesaplamalara göre sayı 200 bin civarındadır) insanın hayatını kaybetmesine ve yıkımın boyutlarının büyümesine neden olan AKP iktidarının ranta dayalı politikaları da sürüyor.
Anlatılan başarı hikayelerinin aksine, deprem bölgesinde on binlerce insan hala sağlıklı ve güvenli barınma, eğitim, sağlık ve yaşam hakkına ulaşamazken, bölgede sermayenin palazlanması için birçok adım atıldı. Kapitalistlere sağlanan teşviklerle işçi sayıları ve üretim kapasitelerindeki artış, deprem öncesindeki döneme yaklaşmış görünüyor. Teşviklerin yanı sıra kapitalistlere tanınan muafiyetler emekçilerin yaşamına iş “kazaları”, esnek ve kölece çalışma koşulları olarak yansıyor. Teşvik adı altında aktarılan kaynaklarla hem fonlar yağmalandı hem de kapitalistlere sınırsız yetki verildi.
Adıyaman’da 6 Şubat’ta yapılan programda Ziraat Bankası Genel Müdürü ve Erdoğan arasındaki diyalogda “en çok parayı” kimin verdiği tartışma konusu oldu. Erdoğan genel müdüre “ben verdim deme devlet verdi de” dedi. Oysa ki depremzedeler için yardım şovlarıyla toplanan paranın akıbetini kimse bilmiyor. Ancak bilinen bir şey var ki, o da kapitalistlere verilen teşvikler ortadayken emekçilerden deprem harcamaları adı altında alınan vergilerle toplanan gelirin 378 milyar lira olduğudur. Bu olgu, kitapta da verilerle ortaya konulmuş. Ancak deprem bölgelerindeki durum bu paranın depremzedelere harcanmadığını gösteriyor. Kitapta her ne kadar uydurma başarı hikayeleri anlatılsa da depremin ilk gününden bu zamana kadar hiçbir alanda olumlu bir gelişme olmamış, sorunlar katmerleşmiştir. İki yıl içerisinde hamasi nutuklar atan iktidar temsilcileri şehirleri yeniden inşa etmenin reklamını yaparken, TMMOB’un raporlarına göre kalıcı konutlar üzerinden vaat edilenlerin sadece yüzde 30’u yapılabildi. Kuralsız, denetimsiz, riskli yapıların imalatına izin verilen, kapitalistlerin kârlarını her şeyin önüne koyan pratiğin sürekliliği var. Depremin yıktığı kentler inşaat şirketlerinin rant alanı oldu. Yayınlanan kamu ihaleleriyle ve TOKİ’nin konut ihaleleriyle bilindik şirketler paylarını arttırdı. Deprem kuşağında yer alan bir ülkede yıkım öncesinde talan edilen ovalar, sulak alanlar, tarım arazileri, ormanlar yıkımın ardından tekrar imara açıldı. Depremzedelerin zeytinliklerine “çöküldü”, TOKİ için yeni rant alanları açıldı. Fay hatları üzerine şehirler kuran iktidar, bilimsel yöntem yerine rant politikalarını esas aldı/alıyor.
***
Tek adam rejiminin inşası yolunda depremi fırsata çeviren iktidarın deprem sonrasında ilk yaptığı şey enkaz altında kalanları kurtarmak değil, OHAL ilan etmek oldu. Bunu hem baskı politikalarını kalıcılaştırmak hem rejimin “inşası” önündeki engelleri temizlemek için kullandı. Naomi Klein “Şok Doktrini” adlı eserinde, normal koşullarda insanlara kabul ettirilemeyecek pek çok politikanın beklenmedik bir felaket sonrasında kabul ettirilebildiğini örneklerle anlatır. Emekçilerin yeterince örgütlü olamadığı toplumlarda “kriz”, “kaos”, “felaket” sonrasında yaşanan çaresizliklerin iktidarlar tarafından acımasızca istismar edilmesi yaygın bir durumdur. “Asrın felaketi” olarak tanımladıkları deprem sürecinde AKP-MHP iktidarının temel politikası sermayedarları “ihya” etmek, emekçilere büyük bir yıkım ve kıyım dayatmak oldu. Bu politika doğrultusunda “inşa” edilen şey ise sermayeye yeni kâr kapıları açmak, tek adam rejimini tahkim etmektir.