Gerici-faşist rejim saldırganlıkta gemi azıya aldı…

Faşist baskı ve zorbalığa karşı sınıf mücadelesini büyütelim!

Faşist baskı ve zorbalığı geri püskürtmenin yolu merkezinde işçi sınıfının yer aldığı toplumsal mücadeleleri büyütmekten geçmektedir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 08 Şubat 2025
  • 10:04

AKP-MHP iktidarı faşist baskı ve zorbalıkta gemi azıya almış bulunuyor. Yoğunlaşan gözaltı ve tutuklama terörü, Kürt halkının iradesini hedef alan kayyım saldırıları, eylem-etkinlik ve grev yasakları, düzen muhalefetine savrulan tehditler ve komplovari operasyonlar vb. adımlar gelinen yerde rutin bir hal aldı. İktidarın Gezi direnişi üzerinden “eski defterleri” açması ise, bütünüyle toplumsal muhalefete sopa sallaması anlamına geliyor.

Tüm bu baskı ve saldırılar, vitrine asılan “yumuşama”, “normalleşme” ve “barış” söylemleri eşliğinde hayata geçiriliyor.

***

“Normal koşullarda” toplumsal meşruiyetini korumayı belli ölçüde başarabilen, görece kendisini rahat bir konumda hisseden, buradan hareketle gücünü toplumsal desteğinden alan burjuva iktidarlar, baskı ve şiddet aygıtlarını daha inceltilmiş biçimler üzerinden kullanmayı tercih ederler. Böylelikle baştan aşağıya örgütlü bir şiddet aygıtı olan burjuva devlet gerçeği, kapitalizme özgü bir illüzyonla perdelenmiş olur. Ağır emek sömürüsüne tabi tutulan toplumun geniş kesimleri dahi, yaratılan bu illüzyon ve ideolojik-kültürel kuşatma nedeniyle kurulu devlet düzenini “meşru” ve “gerekli” görürler.

Fakat kapitalizmin ağırlaşan çelişkileri ve çoklu krizleriyle belirlenen günümüz dünyasında, “demokrasi timsali” sayılan batılı devletlerin üzerindeki ışıltılı pulların bile bir bir dökülmesine, her birinde polis devleti uygulamalarının yaygınlaşmasına, savaş ve saldırganlık politikalarının ön plana çıkmasına tanıklık ediyoruz. “11 Eylül konsepti” ile birlikte kapitalist devletlerde temel bir yönelim haline gelen ve giderek yaygınlaşan bu eğilim; içerisinde bulunduğumuz “krizler ve savaşlar” döneminin en görünür olgusu haline gelmiş durumda.

Bu çıplak gerçeklik Türkiye kapitalizmi ve onun yönetim aygıtları için de olduğu gibi geçerlidir. Bununla birlikte, başta Kürt ulusal mücadelesi olmak üzere bünyesinde barındırdığı kendine has toplumsal, tarihsel dinamikleri ve krizlerle örülü bölgesel konumu, Türk sermaye devletinin geçmişten beri çıplak bir zor aygıtı olarak “sahnede yer almasında” belirleyici birer etken olmuştur. Bugün ise, üst üste binen çoklu krizler sermaye devletinin saldırganlıkta gemi azıya almasında belirgin bir rol oynamaktadır.

Gelinen süreçte ekonomik-mali kriz yönetilmek bir yana günbegün ağırlaşmaktadır. Bunun tetiklediği sosyal bunalım görülmemiş boyutlara ulaşmış, servet sefalet kutuplaşması derinleşmiş, yoksulluk alabildiğine kitleselleşmiştir. Ekonomik-mali krizin ve ağırlaşan iktisadi-sosyal koşulların açmaza aldığı üst yapı kurumları kronik bir siyasal kriz içerisindedir. Yılardır iktidar gücünü elinde tutan ve (15 Temmuz’un açık bir şekilde gösterdiği üzere) yekpare bir yapıya sahip olmayan siyasal İslamcı koalisyon, gelinen yerde bekasını faşist parti MHP ile kurduğu ittifak üzerinden sürdürebilmektedir. Bu durum, olası gelişmelerin de etkisiyle hem iktidar sahiplerini hem de bütünüyle düzen siyasetini her türlü yeni çelişki ve çatışmalara açık halde bırakmaktadır.

Gerici-faşist rejimi açmaza alan bir diğer olgu ise, devlet aygıtını tümüyle kontrol altına almış olsa da kurmak istediği faşist tek adam rejimine hala daha toplumsal bir meşruiyet kazandıramamış olmasıdır. Toplumun önemli bir kesimi, daha en başından beri AKP iktidarından ideolojik, politik ve kültürel açıdan uzak ve kopuk bir konumda durmayı sürdürmektedir. Dahası, son yerel seçimlerin gösterdiği üzere düne kadar şu ya da bu nedenle iktidara destek sunan “ara toplumsal kesimler”, özellikle ağır iktisadi yıkım nedeniyle “yeni” arayışlar içerisine girmiş bulunuyorlar.

Türkiye kapitalizmine ve düzen siyasetine rengini veren bu kriz dinamiklerini, kendi cephesinden Kürt sorunu ve ulusal mücadele olgusu tamamlıyor. Sermaye devletinin on yıllardır sürdürdüğü inkar ve imhaya dayalı politika, sorunu çözmek bir yana daha da ağırlaştırmıştır. Zira, Kürt halkı büyük bedeller ödemek pahasına direncini koruyor, mücadelesini kararlılıkla sürdürüyor. Sermaye devleti ve onun bugünkü görünümü olan gerici-faşist rejim, ne yaparsa yapsın Kürt halkının iradesini kıramadığı gibi, onun Kürt hareketiyle kurduğu bağları da koparamıyor. Son on yıl içerisinde gerçekleştirdiği katliamlara, kitlesel gözaltı ve tutuklama terörüne, kayyım atamalarına rağmen Kürt halkı, Kürt siyasi hareketine verdiği desteği bir milim geri çekmedi. Sadece seçim dönemlerinde Kürt illerinden yansıyan tabloya bakmak dahi bu olguyu görmek için yeterli olacaktır.

Özetlemek gerekirse: Türkiye kapitalizmini belirleyen çoklu krizler günbegün derinleşiyor, buna bağlı olarak toplumsal yaşamda çelişkiler alabildiğine keskinleşiyor. Tam da buradan hareketle gerici-faşist rejim, elinde sımsıkı tuttuğu baskı ve şiddet aygıtını çok daha pervasızca kullanmaya başlamış bulunuyor.

***

Tüm bunların yanı sıra, son dönemde artan baskı ve saldırıların arka planında gerici-faşist rejimin toplumsal mücadelenin büyümesinden duyduğu derin korku da yer alıyor. Grev yasakları, eylem ve etkinlikleri hedef alan saldırılar, gözaltı-tutuklama terörü ve bitip tükenmek bilmeyen Gezi histerisi bunun en açık göstergeleridir. Erdoğan yönetimi tüm bunları hem kurmak istediği rejimin sefil bekası için hem de sermaye düzeninin genel çıkarları adına hayata geçiriyor. Zira, bu kapsamlı saldıralar üzerinden olası sınıf ve kitle hareketlerinin önünü almayı hesap ediyor. Devrimcileri, ilerici-sol güçleri, Kürt hareketini ve toplumun mücadeleci kesimlerini ezerek, emekçiler içerisinde korkuyu örgütleyip öncüsüz bırakarak, sermaye düzenini bekleyen akıbeti ötelemeyi amaçlıyor. Rejim tarafından siyaset vitrinine asılan “yumuşama”, “normalleşme”, “yeni süreç” gibi süslü söylemler ise, bir yandan düzen muhalefetini, toplumsal mücadele güçlerini ve Kürt hareketini öte yandan çok yönlü sorunların pençesinde boğulan ve burnundan soluyan emekçileri oyalayarak zaman kazanmaya hizmet ediyor.

Bu noktada işçi sınıfının, emekçilerin ve toplumsal mücadele güçlerinin yapması gereken şey gerici-faşist rejimin süslü aldatmacaları ile oyalanmak değil, tersine onun korkularını gerçek kılmak için tüm bu hoyratça saldırılara göğüs germek ve sınıf eksenli mücadeleleri büyütmektir. Yoğunlaşan faşist baskı ve zorbalığa karşı, başta işçi sınıfı ve emekçiler olmak üzere, toplumun ezilen kesimleri içerisinde yer alan direniş dinamiklerini açığa çıkarmaktır. Çünkü, faşist baskı ve zorbalığı geri püskürtmenin yolu merkezinde işçi sınıfının yer aldığı toplumsal mücadeleleri büyütmekten geçmektedir.