Suriye'de sistematik Alevi katliamı

Emperyalist/Siyonist güçler, Saray rejimi ve Körfez şeyhleri tarafından doğrudan ya da dolayı şekilde imal edilen IŞİD artığı HTŞ ve uzantılarını kapitalist emperyalizmin “yeni yüzü” saymak gerekir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 03 Şubat 2025
  • 08:00

Emperyalistler, Siyonistler, Ankara’daki dinci-faşist rejim, gerici bazı Arap rejimleri, medya tekelleri ve bunların aparatları aylardan beri cihatçı terörü halklara “normal” kabul ettirme kampanyası yürütüyor. Suriye’yi IŞİD artığı HTŞ ile onlarca cihatçı çetenin eline teslim eden bu güçler, 8 Aralık’tan beri cihatçı terör rejimine meşruiyet kazandırmak için çalışıyor. Başına 10 milyon dolar konan ve bin 500 kişinin katledilmesinden sorumlu olan eski IŞİD şefi Colani’yi, Suriye’ye “cumhurbaşkanı” atadılar. Suriye halklarına azılı bir katili cumhurbaşkanı diye dayatanlar ve onların borazanlığını yapan medya ise işi ifrata vardırarak, Suriye halklarının başına sarılan belaları “devrim” diye pazarlamaya çalışıyor.

IŞİD zihniyeti, dehşet verici icraatlarla kendini dünyaya tanıtmıştı. Kafa kesen, kadınları pazarda köle olarak satan, etnik/dinsel/mezhepsel kimliğinden dolayı sivilleri toplu şekilde katleden IŞİD ile Suriye’nin başına bela edilen cihatçılar arasında esasa ilişkin bir fark bulunmuyor. Nüanslardaki farklar ise insanlığa karşı suç işlemekle ilgili değil. Vahşet konusunda hemfikirler. Bunu en iyi bilenler, HTŞ etiketi altında cihatçı zihniyeti Suriye başta olmak üzere bölge halklarına dayatanlardır.

Sistematik, kontrollü sürek avı

Bu ilkel, vahşi zihniyete göre Aleviler kafirdir, dolayısıyla katli vaciptir. Şiiler, İsmaililer, Asuriler, Süryaniler, Hristiyanlar, Ermeniler de düşman kategorisindedir. İslamcı/cihatçı çeteler Suriye’de 1970’li yıllarda Alevileri katletmeye başladı. Suriye’ye karşı savaşın başlatıldığı 2011’den Şam’ın HTŞ’ye teslim edildiği Aralık 2024’e kadar sayısız katliam yaptılar, yüz binlerce kişiyi öldürdüler. Emperyalist/Siyonist güçlerle Ankara’daki Amerikancı Saray rejimi, Suriye’yi işte bu zihniyete teslim etmiş bulunuyor.

Toplu tutuklamalar, vahşi işkenceler ve katliamlar HTŞ Şam’a ulaşmadan başladı. 10 binden fazla eski asker ya da polis Alevi oldukları için cihatçıların zindanlarına kapatıldı. Tutuklananların vahşi işkencelere maruz kaldıklarına, işkencede veya başka şekilde öldürülenlerin sayısının yüzleri bulduğuna dair sosyal medya haberleri var. Hukuk diye bir şey olmadığı için avukatlar devre dışı kalmışken, kaçırılanların aileleri yakınlarıyla görüşmek bir yana, nerede olduklarını dahi bilmiyorlar. Sorunun Birleşmiş Milletlere taşınması üzerine tutukluların %2-3’ü göstermelik olarak serbest bırakıldı. Diğerlerinin akıbeti halen bilinmiyor.

Cihatçılar özellikle gençleri hedef seçerek kaçırıyor, vahşi işkenceler yapıyor, işkenceyle ya da kurşunlayarak öldürüp cesetleri yol kenarlarına atıyor. Kimi zaman ise kaçırmadan doğrudan kurşuna diziyorlar. Hama, Humus gibi kentlerde ise Alevilerin inanç, kültür ve değerlerine dönük iğrenç saldırılar, hakaretler, küfürler, kaçırma, toplu tutuklama, cinayetler kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Alevilerin yanısıra cihatçılar yer yer Şii, İsmaili ve Mürşidiye halklarını da hedef alıyorlar. Orta çağı andıran iğrenç görüntülere dair yüzlerce örnek sosyal medyada yayınlanıyor. Bunlara her gün yenileri ekleniyor.

Cihatçılar özellik Humus ve Hama kentlerinde etnik temizlik de yapıyor. Alevilere yönelik saldırıları duyuran sosyal medya hesapları bazı mahalle, kasaba ve köylerden büyük oranda göçler olduğu bilgisini veriyor. HTŞ, kanlı işlerini yürüten cihatçı çetelere “katliam yapın ama video çekmeyin” diye uyarmıştı. Buna rağmen cihatçılar, vahşetlerini ortaya koyan icraatlarının bir kısmını çekip yayınlıyorlar. Alevilere küfür, hakaret, aşağılama, şiddet, işkence gibi vahşi icraatlarını “iftiharla” yayınlıyorlar.

Cihatçı saldırganlık Lazkiye, Tartus gibi sahil kentlerinde şimdilik yaygın olmasa da Hama, Humus kentleri başta olmak üzere kırsal alanlarda sistematik bir şekilde sürdürülüyor. Bu saldırılar kimi zaman ikişer-üçer cinayet şeklinde olurken, kimi zaman bütün bir köyü veya aynı bölgede bulunan birkaç köyü hedef alıyor. O saldırılarda toplu işkenceler, keyfi tutuklamalar ve toplu katliamlar yapılıyor. Özellikle Humus ve Hama kentlerinin kırsalında bu katliamlar sık sık tekrarlanıyor. İkişer-üçer kişilik kaçırma ve cinayetlerde ise çoğunlukla 20-25 yaşları arasındaki gençler hedef seçiliyor.

Suriye’yi HTŞ’ye teslim edenler katliamın suç ortaklarıdır

Cihatçı çeteler, emperyalist/Siyonist güçler adına Suriye’ye karşı savaşırken, Batılı emperyalistler, Körfez şeyhleri ve Ankara’daki Saray rejimi “yaman” birer insan hakları savunucusu kesiliyordu. Körfez şeyhleri bile “Suriye devrimi” için seferber olmuştu. Cihatçıların vahşi katliamlarını es geçiyor, 7/24 Esad yönetimine karşı psikolojik savaş yürütüyorlardı. Sayısız yalan, asparagas, kurgu haberler de yapıp servis ettiler. Son aşamada Suriye’yi HTŞ’ye teslim ederek hedeflerine ulaştılar.

HTŞ’nin Şam’a yerleşmesinden sonra aynı “görevi” biçim değiştirmiş bir şekilde devam ettirdiler. Bu aşamada, kendileri tarafından da terör örgütleri listesinde olan cihatçıları “normal/meşru” ilan etmeleri ve buna uygun bir “imaj” çizmeleri gerekiyordu. Başına ödül koydukları bir cihatçıyı “Cumhurbaşkanı” koltuğuna oturtarak işe başladılar. AKP şefi Erdoğan, “sayın Colani” diye vaaz vererek uğursuz rolünü oynamaya devam ediyor. Medya tekelleri ise aktif bir şekilde devreye girerek “normal HTŞ” imajını pazarlamaya çalışıyor. Katliamları genelde yok sayıyorlar. Yansıtmak zorunda kaldıklarında ise, cinayetlerin HTŞ tarafından değil, farklı cihatçı gruplar tarafından işlendiğini propaganda ediyorlar. Oysa ki HTŞ onlardan farklı bir zihniyete sahip olmadığı gibi, Alevileri katleden cihatçılara mevki ve rütbeler dağıttı. Yapılan “rol paylaşımını” medya da sürdürüyor. “HTŞ ılımlı, ihlalleri diğerleri yapıyor” algısını yaymaya çalışıyor. Kravat takan HTŞ şefleri de buna uygun sahte açıklamalar yaparak oyuna katılıyorlar.

İstihbarat örgütlerinin cirit attığı Suriye’de nerede neler yapıldığını, cihatçıların insanlığa karşı ne tür suçlar işlendiğini hem işgalciler (ABD-Türkiye-İsrail) hem diğer gerici devletler çok iyi biliyor. Buna rağmen “herşey normalmiş” gibi HTŞ ile mesai yapıyorlar. Medyaları ise katliamlara sansür uygulayarak, görüntüyü kurtarmaya çalışıyorlar.

Bunların önde geleni ise Colani’ye takım elbise girdirip kravat taktıran Erdoğan başta olmak üzere Saray rejiminin dalkavuklarıdır. “Zalim Esed” diye ortalıkta bağıran AKP Şefi Erdoğan, cihatçılar Alevi katliamı yaparken ise, “Suriye’de devrim oldu. Suriye’ye güneş doğdu” diye vaaz veriyor. Bu suça Saray rejiminin yanısıra ABD, AB emperyalistleri ile körfez şeyhleri de ortaktır. Zira bu devletler, katliamları gizleme işini üstlenerek, HTŞ’ye “devam et” mesajı da vermiş oluyorlar.  

HTŞ farklı mı?

Aylardan beri devam eden bir “algı operasyonu” var. Emperyalist/Siyonist medya tekellerinden Saray rejiminin borazanlığını yapan medyaya, Körfez şeyhlerinin finanse ettiği medyadan “liberal” kılıklı yayınlara kadar uzanan geniş bir gericilik cephesi bu işi organize ediyor.

Bu operasyonla halklara “HTŞ’nin değiştiği” yalanı pazarlanıyor. Oysa ki baştaki Colani dahil olmak üzere bu çetenin zihniyeti IŞİD’le aynıdır. Colani de IŞİD şeflerinden biriydi. Yolunu ayırması ideolojik farklılıklardan kaynaklanmıyor. Aralarında bir takım çıkar ilişkileri ya da hesapları, alan ya da rant paylaşımından kaynaklı çelişkiler olsa da zihniyet dünyaları arasında kayda değer bir fark bulunmuyor. Bunu hem geçmiş yıllardaki icraatları hem Suriye’yi ele geçirdikten sonra yaşananlar kanıtlıyor. “İmaj düzeltme” çabası içinde olmalarına rağmen bu kadar suç işlemeleri, zihniyetleri hakkında net bir fikir veriyor.

HTŞ görünürde kanlı işleri kendi eliyle yapmıyor. Zira kendisine çizilen “imaj” gereği farklı bir görüntü vermek zorunda. En azından şimdilik öyle. Ancak bunun kendisi, diğerlerinden farklı olduğu anlamına gelmiyor. Nitekim öncesi bir yana, 8 Aralık’tan bu yana yapılan tüm katliamlara destek vermiş, tek bir faili bile tutuklamamıştır. Katliamların çoğunu inkâr ederek, faillere “devam edin” mesajı veriyor. Kitlesel tepkilere neden olan katliamları ise inkâr edemediği için sözde “kınıyor.” Ancak bu sözde kınama, “failler bilinmiyor” yalanıyla birleştirilerek, halkla alay ediyor. Zira Suriyeli olmayan cihatçıları Alevilerin, İsmaililerin, Şiilerin yaşadıkları bölgelere gönderen de HTŞ’dir. Dolayısıyla HTŞ’nin farklı olduğu iddiası, bir algı operasyonundan başka bir şey değildir.

“Eski rejimin kalıntıları mı” hedef alınıyor?

Cihatçılar işledikleri suçlara kılıf uydurmak için “rejimin kalıntıları” söylemini kullanıyorlar. Oysa ki eski rejim Alevi rejimi değildi. Tüm etnik, dini, mezhebi kesimlerden oluşan bir yapı vardı. Bu iddia doğru olsaydı en önce Sünnileri hedef almaları gerekirdi. Zira ordunun da polisin de bürokrasinin de istihbaratın da büyük çoğunluğu onlardan oluşuyordu.

Özellikle 20’li yaşlardaki gençlerin hedef alınması da bu iddianın sahte olduğunu ispatlıyor. Saldırı ve katliamları yapan cihatçıların Alevilere karşı kullandıkları iğrenç dil ve söylemler de meselenin eski rejim değil, etnik temelli bir katliam olduğunu gösteriyor. HTŞ ve diğer cihatçılar tarafından bu söylemin kullanılması, saldırıların planlı, sistematik olduğunu gösteriyor. Orta çağı 21. Yüzyıla taşıyan bir zihniyetin başka türlü davranması mümkün değil.

HTŞ: Kapitalist emperyalizmin “yeni yüzü”

Emperyalist/Siyonist güçler, Saray rejimi ve Körfez şeyhleri tarafından doğrudan ya da dolayı şekilde imal edilen IŞİD artığı HTŞ ve uzantılarını kapitalist emperyalizmin “yeni yüzü” saymak gerekir. Zira bu çok yönlü destek sağlanmasaydı cihatçı örgütlerin bu kadar güçlenmesi, hele de Suriye’de yönetimi ele geçirmesi imkânsız olurdu. Cihatçılara para, silah, organizasyon, istihbarat, ideolojik propaganda ve daha pek çok şeyi sağlayanlar yukarıda adını andığımız güçlerdir.

Devletlerin belli amaçları için bu tür aparatları kullanması, sistemin 21. yüzyıl teknolojisi ile orta çağ vahşetini birleştirme aşmasında olduğuna işaret ediyor. Bölge halklarının bu cihatçı terör belasıyla baş edebilmesi için birleşik bir direniş geliştirmek dışında bir seçeneği bulunmuyor. Bu direnişin sonuç alabilmesi için laik-demokratik devrimci bir program etrafında birleşilmesi, birleşik mücadelenin ise emperyalizme, Siyonizm’e ve gericiliğe karşı bütünlük içinde örülmesi gerekiyor.