Suriye’de Esad rejiminin devrilmesine gelmeden önce, aslında dönüp Ortadoğu’da yakın tarihe bakmak gerekiyor. Yani ABD emperyalizminin o dilinden düşürmediği ve gittiği her yere götürmek istediği “demokrasiye”! Malum bugün Suriye de Türkiye de yeni hükümet de Trump’tan gelecek direktifleri bekliyor.
Ne çabuk unuttuk bir zamanlar ABD’nin demokrasi götürdüğü Irak’ı. Milyonlarca ölüm, yıkılmış kentler, işkence için kurulmuş cezaevleri. İşte bunlar yaşanırken, hatırlayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’li askerlerin ayağına taş değmesin diyerek bir açıklama yapmıştı, sağ salim dönmeleri için dua etmişti. Sonra rotayı Afganistan’a çevirelim. 11 Eylül saldırılarını finanse ettiği söylenen Taliban’a yine yönetimi devrederek ayrıldı, tabi yine ardında bir enkaz bırakarak. Ordan dönelim Filistin vahşetine. Aksa Tufanı operasyonundan bu yana 46 bin ölüm ve bunların %80’i sivil. Kadın, çocuk demeden katletti İsrail. Pentagon Ortadoğu’ya ültimatom vererek “yaramaz çocuğa dokunursanız cezasını keseriz” diyerek açıkça İsrail zulmünün bir fiil arkasında olduğunu bildirdi. Arap ülkeleri başını kuma gömdü, Türkiye sermayesi İsrail’i ticarete boğdu. İnsan bu zulme karşı nasıl kirli çıkarlarını düşünebilirdi?
Sonra aklıma 6 Şubat depremi geldi. İnsanlar en yakınlarını kaybederken Kızılay başkanı çadır satmıştı. Bir vali “emekçiler bir ay maaş almasın destek olsun” derken rüşvet almış kesesini doldurmuştu. Hatta sonrasında Kızılay başkanının kızı 16 yaşında bir çocuğu %100 kusurlu olduğu bir kazada öldürmüş ama aklanmıştı. Düşünüyorum, ülkemizde bu yaşanırken Filistin’de yaşanan zulme ortak olmak bazıları için zor olmasa gerek.
Evet Esad gitti hem de arkasında bir enkaz bırakarak. Sednaya hapishanesinde yaşananlar ise bizi şaşırtmadı. Yoksul halkın sırtından büyüyen saraylar, lüks araçlar, devasa servet her kapitalist rejimin gerçeği idi. Peki yaklaşık 13 yıldır süren savaşta Suriye halkı neler yaşadı, dönüp buna bakmak lazım. Milyonlarca göç, 2 milyondan fazla ölüm, Suriye halkı emperyalist hedeflerin kıskacında sadece acı çekti. Göçmenler, yıllarca Türkiye’de milyonlarca emekçiyi açlık sınırında ücretlere mahkum etme politikalarının ekseni olarak kullanıldı. Yani Süleyman Soylu’nun bir dönem söylediği gibi “Suriyeliler giderse patronlarımız kan ağlar”. Bu söz sermaye adına ucuz iş gücü için Suriyelilerin önemini gösteriyor.
Mesela Kemalpaşa’da bulunan Lezita’da sendikalaşan işçilerin yerine ucuz göçmen işçi olması çözüm oldu sermaye için. Çünkü savaştan kaçan bir halkın başka çaresi yoktur. Ayrıca milyonlarca Suriyeli emekçi Türkiyeli emekçilere “işte yoksulluğunuzun sebebi onlar” diye gösterilerek ırkçılık gibi işçi sınıfını kendi içinde bölen etkili bir politika yürütülebildi. Yani bu savaş iki yönlü oldu emperyalizm için.
Hem Suriye içten bölünerek İsrail’in Filistin’den sonra önü açılacak, hem ABD emperyalizmine yakın bir hükümet getirilecek hem de Suriye’de yaşanan göç, savaş ve yoksulluk sarmalı ile bütün dünya halklarına bir korku salınacaktı; “halinize şükredin!” Açıkçası her savaşta olduğu gibi emperyalizmin çözümü kendi hegemonyası uğruna milyonlarca emekçiye yaşatılan zulüm ve gözyaşıdır. 12 yıldır kendi ülkeleri hakkında söz ve yetki hakkı olmayan bir halkın bugün görünen o ki yeni yönetimde de söz ve yetki hakkı yok. Düşünsenize daha dün başına 10 milyon dolar ödül konulan Golani bugün takım elbisesi ile ABD’nin çözüm olarak gösterdiği bir zat ve yine İsrail 65 sene sonra ilk defa Şam’ın dibinde “artık burdayım” mesajını hiç bir zorluk yaşamadan veriyor. Filistin, Irak, Afganistan’a eli kanlı katilinin onay verdiği bir hükümet Suriye halkına ne verebilir varın siz düşünün.
İşçi dostlar, bu kadar sözden sonra insan haliyle soruyor, peki çözüm ne olmalı? Bizler Ege İşçi Birliği olarak her zaman “işçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarını ete kemiğe büründürme kavgası verdik. Fabrikalarda Suriyeli ve Türkiyeli işçilerin ortak çıkarları için hareket etmesini savunduk. Çünkü bu bölünme sadece sermayeye yarar dedik. Çünkü bizi soyan Suriyeli, Türkmen, Afganistanlı göçmenler değil, buralı zenginlerdir ve onların işbirlikçisi olan emperyalizme bağlı iktidarlardır. Dolayısıyla Türkiye’deki emekçiler kendi hakları ve gelecekleri için içinde yaşadıkları sömürü düzenine karşı birlik olmak Türk, Kürt, göçmen işçi demeden, ardından İsrail ile tüm ticarete karşı çıkmalı, ABD’nin kirli ellerini Ortadoğu’dan çekme talebini yükseltmeli. Ezilen, sömürülen her halkla ortak çıkarları için yan yana gelmelidir.
Kapitalizmde halklara, emekçiye çözüm yok ancak savaş, yoksulluk ve ölüm vardır. İşçi sınıfının davası kapitalist sistemi yıkmak, eşit ve özgür bir dünya kurmak olmalıdır. İnsanın insanı sömürmediği, milyonlarca emekçinin emperyalizmim hegemonya mücadelesi uğruna katledilmediği bir dünya sosyalizmle mümkündür, işçi sınıfının mücadelesi ile mümkündür.
Tutsak demir çelik işçisi Yücel Memiş
Burdur Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
C13-17