İş cinayetleri üzerine…

“Yüzümüzü donmuş kalabalığa döndük”

Biz yüzümüzü donmuş kalabalığa döndük. Tıpkı iki bin yıl süren Bronz çağında, yüzünü ateşte kıvılcımlanan demir cevherine dönenler gibi. Hem adı üstünde kalabalık, diğerlerinden kalabalıktır.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 02 Şubat 2025
  • 23:30

Her tesisin, prosesin (sürecin) ya da sistemin öngörülebilir riskler yadsınmadan planlı ve kontrollü bir döngü şeklinde çalıştığını kabul ederiz. 

Bir patlamanın dahi ortaya çıkartacağı yıkıcı enerji hesaplanabilir, kontrol altına alınabilir ve savaş sanayinden otomotiv sektörüne kadar kullanılabilir. Hepimiz içerisinde kontrollü patlamalar gerçekleşen içten yanmalı motorlara sahip araçlarla seyahat etmişizdir. 

Peki bu patlamalar, patlayıcı ürünler üreten bir fabrikada gerçekleşir, yani patlayıcılar patlaması gereken zamandan önce patlayarak 11 işçinin ölümüne sebep olursa? Buna da kontrollü patlama denilebilir mi? 

İş kazalarının %2’sinin önlenemeyeceğini iddia eden bir asır önce yapılmış antibilimsel çalışmayı bir kenara bırakalım. Bir işçinin mesai süresince dört bin fişek doldurabildiği teknolojik mertebeye erişmiş ve daha önce de benzer patlamalara sahne olmuş bu tesisi ele alalım. Eğer risklerin öngörülmesini gerçekçi bulmazsanız, evet bu patlama da prosesin diğer çıktıları gibi öngörülebilir ve olağandır. 

Bilinçli tercihlerin doğal sonuçları… Siyanür ile altın ayrıştırmayı tercih ederseniz, tüm canlıları zehirlemeyi tercih etmiş olursunuz. Uzak olmayan bir geçmişte Erzincan İliç’te siyanürlü toprak yığınını doğanın ve işçilerin üzerini örtmesine, daha ilk tercihten itibaren olağan ve öngörülebilir bir sonuç diyebilirsiniz sanırım. TKİ’ye ait bir madende gerçekleşen patlama sonrasında madenin özel bir şirket tarafından tehlikeli bulunarak sigortalanmadığı ortaya çıkmıştı. Belki “tehlike bu işin fıtratında var” diye düşünmüşlerdir. 

Kapitalist sistem bütün olağanlıyla ve oldukça planlı ve kontrollü şekilde şöyle işler, Milyonlar açlık sınırının altındaki ücretlerle çalışır, üretim maliyetleri artmasın -hızı düşmesin diye işçiler bazen tek tek bazen toplu halde ölür, yeterince toplu ölürlerse televizyona çıkarlar, cenazede kravatlı yetkililer çok üzülür, “Ölenlere Allahtan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar” dilemek için sıraya girerler. “Varsa sorumluların en ağır şekilde cezalandırılması ve gerekli tedbirlerin alınması noktasında” tekrar yetkilendirilirler. Sonra? Sonra üretim kaldığı yerden devam eder. 

Bu süreç ülkemizde yılda yaklaşık 2 bin defa başa sarılıp yeniden oynatılır. Her tekrarda da alınmamış bir sürü önlemle karşılaşırız. Böylesine istikrarlı şekilde tekrar eden döngü, kapitalizmin doğal sonucudur.  Hiçbir sermayedarın insan canını hiçe sayarak yaptığı bir faaliyetin “milli güvenliği tehdit edici” bulunarak yasaklandığını duydunuz mu? Burada genelde işçi grevleri o kategoride değerlendirilir. Anladığımız kadarıyla işçi güvenliği “milli güvenliğin” kapsamı içerisinde değerlendirilmez. 

Ümit Kıvaç 16 Ton belgeselinde, madenci cenazelerinde donup kalan kalabalık bir işçi toplamından bahseder. Sonra ekler “yeterince donmazlarsa diye cenazeye silahlı askerler de çağrılır.” Yüzünüzü onlara dönerseniz bu olağan döngünün değişmemesi için ne kadar çok şeyi değiştirebileceklerini görebilirsiniz. 

Biz yüzümüzü donmuş kalabalığa döndük. Tıpkı iki bin yıl süren Bronz çağında, yüzünü ateşte kıvılcımlanan demir cevherine dönenler gibi. Hem adı üstünde kalabalık, diğerlerinden kalabalıktır.

“Onlar ki toprakta karınca,

Sıda balık

Havada kuş kadar 

Çokturlar;

Korkak,

Cesur,

Cahil, 

Hakim ve çocukturlar

Ve kahreden

Yaratan ki onlardır,

Destanımızda yalnız onların maceraları vardır” 

Nazım Hikmet

Rohat Aliş Ayas

Burdur Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu

C3-16

02.02.25