TÜSİAD’ın 13 Şubat’taki Genel Kurulu’nda iktidara dönük eleştirilerin yol açtığı gerilim sürüyor.
TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve TÜSİAD YİK Başkanı Ömer Arif Aras’ın polis eşliğinde adliyeye götürülmesi ve mahkeme tarafından kendilerine yurtdışı yasağı konulması yaşanılan gerilimin ulaştığı yeni boyutları gösteriyor. Ortaya çıkan bu tabloya ve basına yansıyan polis eşliğindeki fotoğraflara rağmen TÜSİAD çevrelerinin ve onlara yakın yayın organlarının suskunluğu, buna karşı yandaş basının devam eden saldırgan tavrı dikkat çekiyor.
Ne olmuştu?
13 Şubat’ta gerçekleşen genel kurulda konuşma yapan TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu başkanı Ömer Ali Aras son dönemde yaşanan hukuksuzluklardan ve ekonomik-sosyal tablonun kötüye gidişinden yakınmış ve sistemin çöktüğünü söylemişti. Aynı eleştirileri ve kaygıları Orhan Turan da yaptığı konuşmada tekrarlamıştı.
Her ne kadar TÜSİAD genel kurullarında bu tür eleştiriler daha önce de dile getiriliyor olsa da AKP sözcüleri tarafından bir karşı kampanyaya çevrilip, konu ile ilgili soruşturma açıldığı bilgisi basına yansımıştı. Beş gün sonra yeni bir açıklama yapan TÜSİAD, görünürde eleştirilerinin “arkasında” dururken kendine yönelik adli soruşturmaya varan tepkileri "demokrasi kültürünün zenginliği” olarak niteleyerek tartışmayı yumuşatma yoluna gitti.
Fakat bu açıklama iktidara yeterli gelmedi. Tayyip Erdoğan Meclis grup toplantısındaki konuşmasında “haddinizi bileceksiniz, artık eski Türkiye’de yaşamıyorsunuz” çıkışının ardından beklenen oldu ve AKP’nin had bildirme aparatı olan savcılar devreye girdi. Böylelikle adliye koridorlarında pek de alışkın olmadığımız görüntüler ortaya çıktı. Erdoğan’ın had bildirme çağrısına yanıt veren diğer bir kurum ise RTÜK oldu. Aras ve Turan’ın konuşmasından bölümler yayınlayan Sözcü, Halk TV gibi yayın organlarına en üst düzeyden cezalar kesildi.
***
AKP’nin iktidara gelmesinde etkin bir rol oynayan TÜSİAD kodamanlarının soruşturmaya uğraması ve adli kontrol ile serbest bırakılması rejim cephesinden yaşanan iç gerilim ve sıkıntıların yeni bir ifadesi. Ancak TÜSİAD’ın AKP’den umudunu kestiği türündeki yorumlara hak vermek için henüz erken…
Esas varlığı TÜSİAD’da temsil edilen büyük burjuvazi AKP’nin iktidara taşınmasında özel rol oynamıştı. AKP ise özellikle ilk yıllarında büyük burjuvazi ve emperyalist tekellerin ülke içinde atmaya niyetlendiği adımların uygulayıcısı olarak bu desteği hak ettiğini gösterdi. Neoliberal politikaların kararlı bir uygulayıcısı olarak onlara benzersiz kazançlar sağladı. Sonrasında AKP’nin devletin kurumlarını adım adım ele geçirmesi, elde ettiği iktidar gücüne dayanarak hayat tarzı, değerler sistemi ve ideolojik olarak kendini destekleyen yandaş sermaye gruplarını büyütüp palazlandırması, işi yer yer büyük burjuvazinin TÜSİAD’da temsil edilen bazı kesimlerine karşı açık saldırganlığa vardırması vb. uygulamalar her zaman tedirginlik ve huzursuzluk yarattı. Ama geride kalan 23 yıl boyunca AKP’yi sınırlamaya dönük türlü arayış ve çıkışlarına rağmen TÜSİAD bugün “eleştirdiği” pek çok politikanın kural haline geldiği bir süreçte AKP’yi desteklemeye devam etti.
Yine bir TÜSİAD genel kurulunda o zamanki başkan Ümit Boyner “paralar gelsin, kasalar dolsun deyip öteki her şeye katlanacak mıyız?” diye sormuştu. Ancak o günden bugüne bu “paralar gelsin kasalar dolsun” tutumu, TÜSİAD burjuvazisinin AKP karşısında temel politikası olmaya devam etti. AKP’nin sistemi dumura uğratan uygulamalarına verdiği tepki hiçbir zaman kendi iktisadi çıkarının önüne geçmedi. AKP’yi dengelemek için içine girdiği siyasi projelerin arkasında yine aynı gerekçeyle kararlıkla durmadı. Bu elbette sermaye sınıfı için AKP’nin her şeye rağmen en iyi alternatif olmasından kaynaklanıyordu.
Şimdi ise AKP yaşanılan ekonomik krize etkin çareler üretemezken ve bunun yanı sıra artık herkesi hedefi içine alabilecek kuralsız bir terör rejimine geçilmişken TÜSİAD genel kurulundan yüksek sesli itirazların yükselmesi böyle bir atmosferde TÜSİAD’ın hem kendi çıkarları hem de sistemin bekası için kaygılara kapılması kaçınılmaz…
Ancak bu bazı çevrelerin sandığı gibi TÜSİAD’ın baskı rejimine karşı mücadeleye atıldığı manasına gelmemekte. Aksine tekelci burjuvazi yaşanılan kriz koşullarında milyonlar açlık ve sefalette boğuşurken oluşan tepkinin sonuçlarından en az AKP kadar korkmakta, bir yandan oluşan bu tablodaki kendi rolünü görünmez kılmaya çalışırken öte yandan iyice çivisi çıkan ve gelinen yerde kendi çıkarlarını da tehdit eden pervasız uygulamalara kendi içinde bir set çekmek istemektedir.
Rejimin sürüp giden krizinin ürünü olan bu çatışmaların alacağı seyir önümüzdeki günlerde belli olacaktır. Bugün ise kesin olan, AKP iktidarının baskı ve zorbalıkla kurmaya çalıştığı rejimin esas hedefinin işçi sınıfı ve emekçiler olduğu gerçeğidir. Ve tekelci burjuvazinin esasa ilişkin bir itirazı yoktur.
İş işçi sınıfı ve emekçilerin hak alma mücadelesi olduğunda TÜSİAD kodamanları ile AKP zorbaları arasındaki fark sadece görünüme dairdir. Uzun bir hukuksuzluklar listesi sunan TÜSİAD başkanlarının aynı günlerde Antep’te işçilere karşı uygulanan olağanüstü hâl üzerine tek kelime etmemeleri ise tesadüf değildir.
Sorunlara çözüm üretemeyen sistemin egemenler arasındaki çelişki ve çatışmaları şiddetlendirmesi olasıdır. Bu çatışma ve çelişkiler ancak işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi güçlendiği koşullarda toplumsal muhalefet için bir anlam ifade edebilir.
Günün görevi bugün yaşadığımız açlık, yoksulluk, yıkım, baskı ve zorbalığın iki ana failinin hangisinin daha demokratik veya daha insaflı olduğunu tartışmak değil çürüyen, çürüdükçe iç gerilim ve çatışmaları artan sömürü ve baskı düzenine karşı kararlılıkla mücadele etmektir. Yaşanılan iktisadi krizin faturasının işçi emekçilere kesilmesine dur demenin olduğu kadar kurulmaya çalışılan baskı ve zorbalık rejimine geçit vermemenin yolu da buradan geçmektedir.