“Zenginlik, bir azınlığın lüksü olduğu sürece, yoksulların sefaletini meşrulaştırmaya hizmet eder”
Karl Marks
Her yılın başında İsviçre’nin Davos kentinde bir araya gelen “Zenginler Kulübü” olarak “nam” yapmış Dünya Ekonomik Forumu (WEF) bu yıl 20-24 Ocak tarihlerinde bir araya geldi.
Davos Zirvesi ile ABD Başkanı Donald Trump’ın yemin töreni aynı tarihe denk gelince dünya zenginlerinin bir kısmı Davos yerine Trump’ın görevi devralma seremonisinde boy göstermeyi yeğledi.
WEF toplantısı ile İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam’ın “Eşitsizlik Raporu”nun yayınlanması da aynı zamana denk geldi.
Oxfam’ın yayımladığı bu son rapor, dünya genelindeki milyarderlerin servetinin sadece bir yılda 2 trilyon dolar artarak, günlük 5.7 milyar dolarlık büyüme oranına ulaştığını ortaya koydu. Bu büyüme, 2023’e kıyasla üç kat daha hızlı gerçekleşti. Raporda, dünya ekonomisinin, zenginlik ve yoksulluk arasındaki uçurumun süratle derinleştiği bir yapıyı sürdürdüğü açıkça görülüyor.
Oxfam’ın “Yapanlar değil alanlar” başlıklı raporu, servet birikimindeki çarpıcı eşitsizlikleri net bir şekilde ortaya koyuyor.
Dünya genelinde milyarderlerin sayısı 2024 yılında 204 kişi artarak 2.769’a ulaştı. Bu kişilerin toplam serveti ise 15 trilyon dolara çıktı.
2023 yılında önümüzdeki on yıl içinde dünyanın bir trilyonere sahip olacağı tahmin edilirken, 2024 yılı raporunda dünyanın 10 yıl içinde beş trilyonere ulaşacağı öngörülüyor.
Ancak bu akıl almaz zenginlik artışı, dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan yaklaşık 3.6 milyar insanın günlük 7 dolardan daha az bir gelirle “yaşadığı” gerçeğini değiştirmiyor.
Oxfam, bu çarpık düzenin temelinde, özellikle sömürgecilikten günümüze süregelen ekonomik ve siyasi yapıların yattığını vurguluyor.
Küresel Kuzey’in ekonomik sistemleri, süper zenginlerin lehine kurallar koymaya devam ederken, düşük gelirli ülkeler üzerindeki borç yükünü artırmayı sürdürüyor.
1970-2023 yılları arasında Küresel Güney’deki ülkeler, Küresel Kuzey’deki “alacaklılara” toplam 3.3 trilyon dolar sadece faiz ödemek zorunda bırakıldı. Bu durum, yoksul ülkelerin ve halkların geleceğini adeta zincire vuruyor.
Zenginlik ve adaletsizlik
Avrupa’nın lokomotifi ve önde gelen sanayi ülkesi olması bakımından Almanya özelinde yapılan incelemelerde bu ülkenin de servet eşitsizliğinde ön sıralarda yer aldığını gösteriyor. Almanya’daki milyarder sayısı 2024’te dokuz kişi artarak 130’a ulaştı.
Toplam servetleri ise 26.8 milyar dolar artışla 625.4 milyar doları bulurken, düşük gelirli gruplara yapılan yardımlar kırpılarak süper zenginlere “vergi afları” cömertliği sergilendi.
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Almanya’da da süper zenginler işçi-emekçilere ve orta sınıf ailelere kıyasla daha az vergi ödüyor.
Bu adaletsizlik, sosyal uçurumu ve servet sefalet açısını daha da derinleştirirken, kamu hizmetlerine ayrılması gereken kaynakları azaltıyor.
Eşitsizliğin küresel bedeli
Dünya genelinde yaklaşık 733 milyon insan açlıkla mücadele ediyor. Bu sayı, 2019’a kıyasla 152 milyon artmış durumda.
İnsani yardım kuruluşlarının çabalarına rağmen, yoksulluk ve açlıkla mücadelede kalıcı bir ilerleme kaydedilemiyor. Zira eşitsizliği yaratan ekonomik sistemler yerli yerinde duruyor. Küresel Kuzey, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar üzerinden ekonomik kontrolü elinde tutarken, borçlandırma ve faiz politikalarıyla Küresel Güney’in kaynaklarını sömürmeye devam ediyor.
Oxfam kendine göre çözüm önerileri de sıralıyor:
“Süper zenginler üzerindeki vergiler artırılmalı, şirketlerin gücüne kısıtlamalar getirilmeli ve sosyal adalete yatırım yapılmalı.”
Ancak bu önerilerin hayata geçirilmesi için bile sistemsel bir değişim gerekiyor. Bertolt Brecht ll. Dünya savaşı öncesi, “Ben fakir olmasaydım, sen zengin olmazdın” derken bu sistemi tarif ediyordu.
Bugün milyarlarca insanın bu acımasız ekonomik düzenin kurbanı olduğu göz önüne alındığında, Brecht’in işaret ettiği sistemin her geçen gün ne kadar vahşileştiğini gösteriyor.
Zenginlik ve yoksulluk arasındaki uçurum, yalnızca bireysel gelir farklarından ibaret değil, bu uçurumun doğayı, insanı ve insanlığı hedef alan sistemselliği, insanlığın ortak geleceğini ve canlı yaşamı topyekûn tehdit ediyor.
Dünya liderleri ve zenginlerinin Davos’ta toplanarak ekonomik eşitsizlik üzerine yaptıkları tartışmalar, inandırıcılıktan uzak olduğu gibi kalıcı ve yapısal çözümlerden uzak olması onu anlamsızlaştırıyor. Böyle olduğu içindir ki Davos Zirvesi süper zenginlerin yılda bir defa bir araya geldikleri “Zenginler Kulübü” olarak anılıyor ve anılmaya devam edecektir.
Sistem değişikliği şart
Eşitsizlik yalnızca ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal çürümeyi de tetikliyor. Thomas Piketty, "Eşitsizlik, sadece bir adaletsizlik değil, aynı zamanda bir toplumun çürümesine yol açan temel çatlaklardan biridir" derken tam da bunu anlatıyor.
Kapitalist sistemin toplumları ve insanlığı çürümeye sürüklediği gizlenemeyecek derecede apaçık ortada. Bu sistemin vardığı ve varabileceği sınırlar savaş, soykırım, yıkım ve daha çok vahşet olarak önümüzde duruyor. Doğanın, toplumların, insanın ve insanlığın kurtuluşu için kolektif bir mücadeleyle bu sınırları aşmak artık bir gereklilikten ziyade bir zorunluluk olarak kendini dayatıyor.