Gün geçmiyor ki yeni bir katliamla güne uyanmayalım. Geçtiğimiz hafta da Bolu Kartalkaya Grand Hotel’de gerçekleşen yangında 4’ü turizm işçisi 79 kişi yaşamını yitirdi, onlarca kişi yaralandı. Adeta can pazarının yaşandığı yangında, yangın merdiveninin yanlış yerde olması, yangın tüplerinin yetersizliği, alarm sistemi ve sensörlerin çalışmaması vb. ihmaller yüzünden onlarca insan yanarak ya da boğularak yaşamını yitirdi.
Son üç yılda 95.2 milyon TL kâr elde eden, aynı zamanda teşvikler alan Grand Kartal kapitalistinin sadece 1.2 milyon TL’yi gerekli önlemlere ayırmasıyla bu katliamın önüne geçilebilirdi.
Grand Otel’de yaşanan katliam münferit bir olay değildir. Bu ülkede insanlar basit güvenlik önlemleri alınmadığı için göz göre göre ölüyorlar.
Bundan iki yıl önce gerçekleşen Maraş depremleri hâlâ hafızlarımızda. On binlerce insan, sağlıklı bir kentleşme politikası izlenmediği, bina yapımında gerekli bilimsel ölçütler ve önlemler daha çok kâr etme hedefiyle göz ardı edildiği için yaşamını yitirdi. Dahası devletin insanları kendi kaderlerine terk etmesi nedeniyle bu yıkım daha da büyüdü.
Bu ülkede yaşamak zor, ölüm ise ucuz… Fabrikalarda, madenlerde işçiler alınmayan basit önlemler yüzünden ölüyor. Tren kazalarında insanlar yaşamlarını yitiriyor.
“Fıtrat” ya da “kader” diye sunulan, aslında önlenebilir olan “kaza”lar ya da yıkıcı sonuçları sınırlandırılabilir olan “doğal afetler” neden katliamlara dönüşüyor? Neden bu ölümler sıradanlaştırılıyor? Neden sorumluları kısa süre içinde aklanıyor ya da hiçbir kamu görevlisi yargılanmıyor?
Bu cinayetlerin temel nedeni kapitalistlerin doymak bilmeyen kâr hırsıdır. Kapitalistlerin tek umursadığı, kârlarına kâr katmak, servetlerini alabildiğine büyütmektir. Bu uğurda insan yaşamı hiçe sayılmakta, güvenlik önlemleri “masraf” olarak görülmektedir. Daha az maliyet daha fazla kâr ve rant, bu asalakların temel dürtüsüdür.
Sermaye sınıfına hizmette kusur etmeyen AKP iktidarı 23 yıl boyunca kapitalistlerin azami kâr elde etmelerinin önündeki engelleri birer birer ortadan kaldırdı. Tek kalemde yasaları, yönetmelikleri değiştirdi. Denetimleri, yaptırımları ortadan kaldırdı. Yanı sıra teşvik üstüne teşvik verdi. Böylece ardı ardına yaşanan felaketlerin önü açıldı. Düşününüz ki, resmi rakamlara göre 23 yılda 24 faciada 54 bin 780 insan yaşamını yitirdi. Bununla da kalınmadı, gerçek sorumluları gizlendi, göstermelik yargılamalar yapıldı. Kamu görevlilerine ise hiç dokunulmadı, bu 24 faciada bir tek devlet görevlisi yargılanmadı.
Bu tablo kendini bilmezlikle, vicdansızlıkla ya da liyakatsizlikle açıklanamaz. Bunun gerisinde bir sınıfsal gerçeklik var. Sermaye düzeninde, bir avuç asalak kapitalistin çıkarları uğruna, başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun geniş kesimlerinin yaşamlarının ve geleceğinin yok sayılması gerçeğidir bu.
Şunu vurgulamalıyız ki, çok yönlü krizler içinde debelenen sermaye düzeninin artık çivisi çıkmış durumdadır. Ayakta kalabilmek için çürüyor, çürüdükçe toplum çapında büyük bir tahribat yaratıyor.
Kitlesel katliamları, göz göre göre yaşanan felaketleri engellemenin tek yolu var: Ayağa kalkmak, bu ölüm ve sömürü düzenine karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmek! Hemen yanı başımızda, Sırbistan’da ve Yunanistan’da emekçilerin gerçekleştirdiği eylemler bize ne yapılması gerektiğini gösteriyor. Onlar gibi sokaklara çıkmalı, meydanları doldurmalı, siyasi iktidardan ve bir avuç aç gözlü bezirgandan hesap sormalıyız.
Emeğin Kurtuluşu’nun 49. sayısından alınmıştır…