Dinsel gericilik ve AKP

Kendileri lüks ve şatafat içinde yaşarken işçi-emekçilere ve yoksul halka şükretmeyi vaaz dinci-gerici odakları, fabrikalardan okul sıralarına kadar yaşamın her alanından söküp atmak veya etkisini kırmak için olabildiğince teşhir etmeli ve örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 04 Şubat 2025
  • 19:00

Türkiye’de şoven milliyetçilik ve dinci gericiliğin örgütlenmesi ve toplumsallaşmasında, devlet erkinin çok özel bir rolü var. Bu uğursuz rol, özellikle sınıf hareketinin yükseldiği 1960’lı yıllardan başlayarak hem toplumu din, dil, ırk, milliyetçilik temelinde parçalayıp kontrol altında tutmak hem de yükselen ve radikalleşen toplumsal muhalefeti boğmak için oynandı.

1970’li yıllarda CIA tavsiyeleriyle “yeşil kuşak” projesi gündeme getirildi. Yeşil kuşak projesi ile amaçlanan şey, toplumsal atmosfer içinde sol ilke ve değerlerin karşısına dinci-gericiliği ve şoven-milliyetçiliği getirmekti. Yükselen işçi sınıfı mücadelesi ve devrimci hareket, o günün koşullarında bu gerici projenin hayata geçirilmesine engel oldu. Fakat dinsel gericilik ve şoven milliyetçi hareket tüm 1970’li yıllar boyunca devlet destekli kontrgerilla çeteleri ve faşist örgütlenmelerin kadro ve ideolojik kaynağı olagelmiştir. Pek çok provokasyon ve katliam bu tür örgütlenmeler üzerinden gerçekleştirilmiştir.

12 Eylül faşist askeri darbesinin yarattığı toplumsal atmosfer ile dinsel gericiliğin önü, bir devlet politikası olarak her alanda açıldı. Devrimci hareketin üzerinden silindir gibi geçen faşist darbe hem sosyal hem kültürel olarak toplumun yapısını değiştirdi. Türk-İslam Sentezi’nin “resmi devlet politikası” haline getirildiği 12 Eylül sonrası dönem ile birlikte dinsel gericilik devlet içerisinde de giderek kök salmaya ve onu şekillendirmeye başladı. 1990’lı yıllarla birlikte sermaye devleti yüzünü “ılımlı İslam” projesine döndü. Her ne kadar 28 Şubat süreci ile önü kesilmek isteniyormuş gibi yapılsa da sonuç tersi oldu: ABD emperyalizmi ile büyük sermayenin de desteği ile AKP 2002 yılında iktidara taşındı.

2002 Kasım seçimleri, 12 Eylül faşizmi eliyle hızla palazlandırılan dinsel gericilik için bir dönüm noktası oldu. AKP’nin 2002’de tek başına iktidara gelmesi ile birlikte dinsel gericiliğin ideolojik ve politik dayanakları da toplumsal bir zemin kazanmış oldu.

AKP iktidarı ve cemaatler

Geçmişten günümüze değin din faktörü egemenlerin elinde işlevsel bir araç olmuştur. Türkiye’de kullanışlı bir aparat olarak dinin toplumsal ve siyasal yaşam üzerindeki etkisi büyüktür. Özellikle AKP dinsel gericiliğin çatı partisi olarak ortaya çıkmış, sonra iktidara taşınmıştır. İktidara geldiği günden bugüne dek dini etkili biçimde istismar ederek, bir aşamadan sonra şoven-ırkçılık zehrini yayarak kendi toplumsal tabanını oluşturdu.

Türkiye’de dinci-gerici dernek, tarikat, cemaat, vakıf, okul, parti, örgüt vb. yapıların tarihi AKP’den çok daha eskiye dayanıyor. Ki AKP’nin kurucu kadroları da 1960 yıllarda ABD emperyalizminin organize ettiği dinci örgütlerin içinden gelmektedir. Fakat hiçbir dönem, dinsel gericilik toplumsal yaşama bu kadar etkin bir şekilde sirayet etmemişti. AKP iktidarı dinsel gericiliğin toplumsal dayanaklarını dizginlerinden boşalmış bir şekilde devletin desteğiyle serbest bıraktı. AKP ile birlikte cemaat ve vakıf örgütlenmeleri giderek yaygınlaştı. Bugün neredeyse her sokakta bir tarikata bağlı dernek ya da vakıf adı altında örgütlenme büroları var.

***

Eğitim sistemi sürekli bir şekilde değiştirilerek zaten güdük olan laik ve bilimsel eğitimin dışına çıkıldı, tarikat ve cemaatlerin okullarda yuvalanmasının önü açılarak eğitim sistemi doğrudan “dinci-gericilerin” ve mevcut iktidarın propaganda aracına dönüştürüldü. Yeterli yurtların olmaması öğrenci ve velileri cemaat ve tarikat yurtlarına mecbur bırakmış, dinci gericilik, öğrencileri karanlık ağlarına çekmenin bir imkanı olarak bu yurtları kullanmıştır.

Öte yandan, sadece okullarda değil hastanelerde, belediyelerde, fabrikalarda, kamu hizmetlerinde vb. pek çok alanda cemaat örgütlenmeleri yaratıldı ve desteklendi. Toplumu dinsel gericilik üzerinden kontrol altında tutup kendi amaçları için kullanmaya çalışan iktidar için cemaatler, bu anlamda oldukça önemli bir işlevi yerine getiriyor. Cemaatler, devletin de desteği ile on yıllar boyunca toplumun hemen her alanında örgütlendiler. Bu örgütler, yürüttükleri çalışmalarla kitleleri uyuşturarak, açlık, yoksulluk, sefalet vb. toplumsal meselelerde pasifize etme işlevi gördü. Yanısıra işçilerin, emekçilerin sınıfsal kimliğinin yozlaştırılmasında önemli bir rol oynadı.  

Türkiye’de yüzlerce cemaat ve tarikat örgütlenmesi var. Menzil Cemaati, İsmailağa Cemaati, Süleymancılar cemaati, Furkan Vakfı, Adnan Oktar ve Fethullah Gülen cemaati en çok bilinen cemaat örgütlenmeleridir. Bunlar içinde bazı nüans farklılıkları olsa da temelde hepsi ideolojik olarak “siyasal İslam” çizgisini temsil ediyorlar.

Bu cemaatler halkı uyutmak için her türlü hurafe ve gerici söylemleri kullanıyor. İsmail Ağa cemaatinin sözcülerinden Cübbeli Ahmet Hoca denilen zattın, zaman zaman yaptığı konuşmalarda “kıdem tazminatı almak haramdır” gibi söylemlerde bulunduğu biliniyor. Öte yandan, yoksul emekçileri “yanmaz kefen ve cennetten tapu satmak” gibi Orta Çağ söylemleri ile kandırıyorlar. Yine “cin çıkarmak, badelemek, elle tedavi etmek, okuyup üflemek” gibi yöntemlerle taciz ve tecavüz olayları, çocuk yaştaki kız çocuklarının cemaat şeyhleriyle evlendirilmesi gibi sapkınlıklar da alabildiğine yaygınlaştırıldı.

Merkezi Adıyaman Menzil köyünde bulunan “Menzil Cemaati” ise başka bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Sürekli şekilde, “komşusu açken kendi tok yatan bizden değildir” lafları eden bu cemaatin riyakar şefleri, altlarında on milyonlarca liralık lüks arabalarla geziyorlar. Pek çok yerde onlarca dönüm arazinin üzerinde villa kentleri ve çiftlikleri var. Menzil şeyhi Abdülbaki Erol’un ölümünden sonra, onun mirasçıları “mülk Allah’ındır” demeyi bir kenara bırakarak “mal ve mülk” için birbirlerine silah çektiler. Mülk için birbirlerine giren ve “peygamber soyundan” geldiğini iddia eden bu “Allah dostları”, utanıp sıkılmadan insanlara “şükretmeyi, azla kanaat etmeyi” vb. vaaz etmeye devam ediyor. Oysaki görünen gerçekler oldukça farklıdır.

Bütün bunlar dinsel gericiliğin geldiği noktayı, cemaat ve tarikatlar üzerinden çürümüşlük ve kokuşmuşluğun iç yüzünü göstermektedir. Okul sıralarından hastane odalarına, adliye koridorlarından askeri kışlalara kadar hemen her yerde örgütlenen bu gerici güruh, toplumun önündeki en büyük tehditlerden biri olarak zuhur ediyor. Bu gerici odaklar bir taraftan işçi sınıfı ve emekçilerin birlik ve beraberliğini engelleyen bir misyonla hareket ederken öbür taraftan dinsel gericilik ve şoven milliyetçiliği körükleyerek toplumu giderek daha da gerici bir cendereye hapsetmeye çalışıyorlar.

Kendileri lüks ve şatafat içinde yaşarken işçi-emekçilere ve yoksul halka şükretmeyi vaaz dinci-gerici odakları, fabrikalardan okul sıralarına kadar yaşamın her alanından söküp atmak veya etkisini kırmak için olabildiğince teşhir etmeli ve örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz.