7 Ekim 2023’te İsrail’in Gazze’de başlattığı soykırım savaşı, 471’nci gününde varılan ateşkesle durduruldu. Ateşkesi istemeden imzalayan Tel Aviv’deki çete son ana kadar bomba yağdırmaya devam etti. Ateşkes ilanından sonra bile onlarca çocuğu öldüren Siyonistler, cinayete “doymadıklarını” birkez daha dünyaya gösterdiler.
Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığı yetkilileri, İsrail tarafından öldürülenlerin sayısının 47 bini aştığını, yaralı sayısının ise 110 binin üzerinde olduğunu açıkladı. Enkaz altındakilerin çıkarılmasıyla ölü sayısının %40 artacağı tahmin ediliyor. 2,3 milyon kişinin yaşadığı Gazze’de nüfusun yaklaşık %10’u öldürüldü ya da yaralandı. Bu sayılar Türkiye nüfusuna oranlandığında 8 milyondan fazla kişinin öldürülmesi ya da yaralanması anlamına gelirdi.
ABD ile “uygar Avrupa” emperyalistlerinin desteği ile yürütülen bu barbarlık savaşında yüzlerce gazeteci, binlerce sağlık çalışanı da katledildi. Gazze’deki konutların %90’a yakını tahrip edildi. Yüzlerce aile tamamen ortadan kaldırıldı. Toplumsal yaşamın idame ettirilmesi için gerekli olan hastane, okul, sağlık merkezi, çarşı, cami, kilise, yol, köprü, su kuyusu tarım arazileri, elektrik, su, kanalizasyon şebekeleri tahrip edildi... İsrail, Filistin halkı şahsında insanlığa karşı bu suçları aleni bir şekilde işledi. Pişkin açıklamalarla, dünya ile alay ederek soykırımı savundu. Hitler Holokost’u uzun süre gizlemeye çalışmıştı. Netanyahu bunu dünyaya göstere göstere yaptı.
Filistin halkının direniş iradesini kıramadılar
Gazze’de İsrail savaş aygıtı kullanılarak yapılanlar, emperyalist/kapitalist sistemin “yeni vizyonu” olarak kayıtlara geçti. “Katliam, işgal, ilhak” temeli üzerine kurulan İsrail’in “güvenliği” ABD ile AB emperyalistlerinin önceliğidir. 7 Ekim Aksa Tufanı eylemini İsrail’e tehdit diye algıladıkları için anında harekete geçtiler. ABD Başkanı Joe Biden başta olmak üzere emperyalist şefler Tel Aviv’i hac yerine çevirdiler. Soykırım çetesinin şefi Netanyahu’nun ayağına gidip “kayıtsız/şartsız/sınırsız” destek sunacaklarını ilan ettiler. Mali, askeri, siyasi, diplomatik, medyatik açılardan savaşın sorumluğunu üstlendiler.
Daha önce pek rastlanmayan bir şekilde savaş histerisi Washington’dan Berlin’e, Londra’dan Paris’e, Roma’dan Ottava’ya, Varşova’dan Brüksel’e dört bir yanı sardı. Her şey Filistin halkının direniş iradesini kırmak içindi. Hedefler üst perdeden ilan edildi: Hamas başta olmak üzere Filistin direniş hareketleri ezilecek, Gazze’de etnik temizlik yapılacak, Filistinliler Mısır’ın Sina Çölü’ne sürülecek, İsrailli esirler silah zoruyla sağ kurtarılacak, soykırımcı çete Gazze’ye el koyacak…
Gazze’de yaşayan 2,3 milyon Filistinlinin tarifsiz bedeller ödemek pahasına da olsa sergilediği direniş, Siyonistlerin hedeflerine ulaşmasına geçit vermedi. Halen dünyanın en zengin, en donanımlı en barbar güçlerini temsil eden İsrail ile emperyalist hamileri sadece büyük bir soykırım yapma “başarısına” imza attılar. Ağırlığı bir tona varan “son teknoloji ürünü” bombalarla on binlerce çocuğu öldürebilecek kadar vahşi olduklarını kanıtladılar. Ancak bunları “başarmak” ile zafer kazanmak bambaşka şeylerdir.
Halk direnirse işgalciler hedeflerine ulaşamaz
Gazze’de bilinen manada bir savaş yaşanmadı. Filistinli direnişçiler tünellerdeydi. Ortada sadece siviller vardı. Yasa, hukuk, kural, değer, anlaşma tanımaz bir militarist aygıt sivillerin üzerine ölçüsüz/hesapsız şekilde bomba yağdırdı. 365 kilometre kare olan Gazze’ye bir dünya savaşındaki kadar bomba atıldı. Bombardıman altındaki siviller aç-susuz bir şekilde bir yerden bir yere sürülerek de katledildi. Nükleer bomba hariç her silah kullanıldı. Soykırımcı çetenin bazı üyeleri ile Washington’daki kimi hamileri onu da önerdiler. Ancak o kadarına henüz cüret edemediler.
Barbarlıkta sınır tanımadığı halde İsrail’e hiçbir yaptırım uygulanmadı. Zira İsrail, soykırım savaşını ABD ile AB emperyalistlerini temsilen gerçekleştirdi. Halkların direniş iradesini kırma histerisi sadece Netanyahu çetesini değil, İsrail hamisi emperyalistleri de esir almıştı. Bundan dolayı bir olup Gazze’yi tam bir kan gölüne çevirdiler. Ne pahasına olursa olsun Filistin direnişini ezmek istiyorlardı. Ancak bu iğrenç hevesleri kursaklarında kaldı. Zira Gazze’nin çocuklarına bile diz çöktüremediler. Kendi türünde ilk olan bir soykırıma maruz kalmasına rağmen, Lübnan, Yemen ve Iraklı direnişçilerin de desteği ile Filistin halkı işgalcilerin hedeflerine ulaşmasına engel oldu.
“İsrail’in sınırları Siyonist ordunun ulaşabildiği yerdir”
İsrail, gerçekte bilinen anlamda bir devlet değil. Zira devletlerin anayasaları, sınırları, vatandaşlık tanımları gibi nitelikleri olur. Bunların hiçbiri İsrail’de yok. Terör örgütlerinin tek çatı altında birleşmesi ile kurulan bu “devlet”, halen Birlemiş Milletler’in hiçbir kararını tanımış değil. Siyonistler, İsrail’in kuruluşuna gerekçe sayılan BM kararına bile uymadı. Zira kararda Filistin devletinin kurulması da öngörülüyordu. Oysa onlar katliam ve saldırılarla dehşet saçarak Filistin halkını sürgün edip topraklarına el koydular.
Siyonist şefler bir çete reisi gibi hareket etmekten “iftihar” duyarlar. İşgalci-ilhakçı olmak “övünç” kaynaklarıdır. Son dönemde ise Gazze’de yaptıkları soykırımla “kabaran göğüsleri” ile gösteri yapıyorlar. “İsrail’in sınırları, İsrail ordusunu ulaşabildiği yerdir” demekte bir sakınca görmüyorlar.
Gazze’yi Filistinlilerden arındırıp ilhak etmek için yıllar önce plan hazırlamaları, varlık gerekçelerinin yayılmacılık olmaya devam ettiğinin kanıtıdır. Soykırım planı, 7 Ekim Aksa Tufanı eyleminden bağımsız olarak hazırlanmıştı. Uygulama için zamanın gelmesini bekliyorlardı. Onların hiçbir zaman saldırmak için bir gerekçeye ihtiyaçları olmadı. Koşulların uygun olduğuna kanaat getirmeleri yeterliydi zira.
İşgalci bir aygıt olarak inşa edilen İsrail, var oluşunu yeni toprakların işgaline endekslemiştir. Gazze’nin yanı sıra Güney Lübnan’ı, Batı Şeria’yı, Ürdün topraklarının bir kısmını, Suriye’nin Golan tepeleri ve çevresini işgal etmek için yanıp tutuşuyorlardı. Cihatçı teröristlerin Suriye’de yönetime taşınması sayesinde Golan ve çevresini işgal etme hedeflerine ulaştılar. Ancak ne Gazze ne Güney Lübnan ne Batı Şeria’da işgal planını uygulayabildiler.
ABD-İsrail karşıtı direniş bitmiş değil
Gazze’nin yakılıp yıkılması, Lübnan Hizbullah’ına ABD-İngiliz emperyalistlerinin dolaysız desteği ile vurulan darbeler, Suriye’nin düşüşü gibi gelişmelerden hareketle soykırımcı çetenin zafer kazandığı iddiaları ortalığı kapladı. Kimileri Gazze, Lübnan ve Irak’ta ABD-İsrail karşıtı direniş güçlerinin çökertildiği yönünde temelsiz “analizler” yaptı. Oysa bu tür yorumlar hem tek taraflı hem gerçek tabloyu yansıtmaktan uzaktır:
Birincisi, Gazze’de taktiksel de olsa Filistin direnişi zafer kazandı. Zira dinci-faşist Netanyahu hükümeti 8 ay önce reddettiği ateşkesi imzalamak zorunda kaldı. İlan edilen hedeflerin hiçbirini gerçekleştirmeden ateşkes imzalamak, şimdilik soykırımcı çete için bir hezimettir. Bunu Siyonist şefler de itiraf ediyor.
İkincisi, Lübnan’da Hizbullah ciddi kayıplar verse de soykırımcı çetenin Litani nehrinin kuzeyini işgal etme girişimini püskürttü. İsrail iki ay süren işgal savaşında ciddi kayıplar verdi. 60 günlük ateşkes süresi dolmak üzereyken, işgalci İsrail aygıtı Lübnan topraklarından çekilmeye başladı. İsrail’e yeni topraklar katma hevesleri, en azından şimdilik kursaklarında kaldı.
Üçüncüsü, Irak’taki ABD-İsrail karşıtı direniş grupları halen yerli yerinde duruyor. ABD’nin Bağdat’taki hükümete yaptığı yoğun baskılara rağmen Haşdi Şabi dağılmış değil. Yakın zamana kadar İsrail hedeflerini füze ya da İHA’larla vuruyordu.
Dördüncüsü, Yemen’deki Husiler liderliğindeki Sana hükümeti, Gazze’de ateşkes ilan edilene kadar Kızıldeniz’de İsrail’e giden ve oradan gelen gemilerin geçişine izin vermedi. ABD-İngiliz emperyalistlerinin aylardır süren bombalama saldırılarına rağmen Husiler geri adım atmadı. ABD-İngiliz savaş gemilerini vuracak kadar da kararlık gösterdiler. Ateşkes ilanından sonra açıklama yapan Ansarullah hareketi lideri Abdülmelik Bedreddin el-Husi, “Ateşkes sürecini ellerimiz tetikte izleyeceğiz” dedi.
Ez cümle, ABD-İsrail karşıtı “direniş ekseni” darbeler alsa da bitmiş/dağılmış değil. Suriye düşürülse de direnişin diğer cepheleri teslim bayrağı çekmiş değil. Zaten direnişi yaratan nesnel sorunlar çözülmediği sürece, direnişin bitmesi de mümkün değil.
İşgalci/ilhakçı aygıtın açmazları derinleşti
Aksa Tufanı eylemi öncesinde Siyonist rejim ile gerici Arap rejimleri arasında ilişkiler “normalleşme” sürecine girmişti. ABD emperyalizmi tarafından organize edilen “Abraham/İbrahim anlaşmaları” ile Filistin davasının gömülmesi, başında İsrail’in bulunduğu Amerikancı devletlerin birleştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmış görünüyordu. Siyonist aygıt “zafer” ilan etmenin eşiğindeymiş gibi bir görüntü çiziyordu. Şimdiki tablo ise bambaşka.
Artık soykırımın suç ortağı olan batılı emperyalistler bile “Filistin devletinin kurulması gerekiyor” türünden laflar etmek zorunda kalıyor. Bu açıklamaların her tarafından riyakarlık aksa da Filistin davasını gömme hesaplarının şimdilik bozulduğunun da itirafıdır.
İsrail savaş aygıtı bu süreçte ciddi darbeler aldı. Siyonist medyada ordunun toparlanmaya ihtiyacı olduğu yönünde yorumlar yapılıyor. Netanyahu bir savaş suçlusu olarak “aranıyor”. Askerler ise soykırım suçundan tutuklanma korkusundan dolayı eskisi gibi rahata seyahat edemiyor. 100 binden fazla Yahudi “yerleşimci” Filistin toprakları üzerinde kurulan “yerleşimlerinden” ayrıldı. Tüm vaatlere rağmen geri dönmüyor. Bu ise, İsrail’in Yahudiler için “güvenli müreffeh” bir ada olduğu safsatasının çöküşü anlamına geliyor. Dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan Yahudilerin İsrail’e göç etmesi bir yana, tersine göç hızlandı. On binlerce kişi İsrail’i terk etti. Emperyalistlerin yoğun desteğine rağmen İsrail ekonomisi de ciddi açmazların içine yuvarlandı.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Verilerin de gösterdiği gibi Siyonist rejim hiç olmadığı kadar derinleşmiş açmazlarla yüz yüze bulunuyor. Buna rağmen İsrail, işgalci/yayılmacı hevesleri peşinde koşmaya devam edecektir. Yeni savaşlar kışkırtacak, yeni yıkım ve katliamlar yapmaktan geri durmayacaktır. Elbette ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerin desteği ile insanlığa karşı işlediği suçlara yenilerini eklemek için fırsat kollayacaktır. Buna rağmen derinleşen açmazları aşması olası görünmüyor.
İşgalcilere karşı halkların direnişi de devam edecek
Elbette işgale karşı Filistin başta olmak üzere ezilen halkların direnişi de devam edecektir. Zira sadece Filistin değil tüm bölge halkları ciddi tehditlerle karşı karşıya bulunuyor. Emperyalistler, Siyonistler, gerici/Amerikancı rejimler, Suriye’de yönetime taşınan cihatçı terör örgütleri… Bu geniş emperyalist/Siyonist cephenin oluşturduğu tehditler, Ortadoğu’da halkların kaderini birbirine bağlamıştır.
Vurgulamak gerekiyor ki, verili koşullarda Ortadoğu’da bir halkın tek başına kurtulması mümkün değildir. Şu an için uzak gibi görünse bile, halkların birleşik bir direniş inşa ederek mücadeleyi yükseltmek dışında bir seçenekleri kalmamıştır.
Emperyalist cephenin “vizyonunun” bir tarafında soykırımcı Siyonist çete diğer tarafında IŞİD artığı HTŞ var. Halkları etnik, dinsel, mezhepsel temelde parçalayıp birbirine boğazlatmak için bunlardan daha uygun aparatlar bulunamaz. Bu karanlık planlar, ancak halklar devrimci, laik-demokratik bir bayrak altında birleşip direndiklerinde bozulabilir.