Bugün 5 Haziran Dünya Çevre Günü. Çevre sorununun önlenemeyen kötü gidişatının basıncıyla, her ne kadar ikiyüzlüce olsa da, Birleşmiş Milletler 1972 yılında İsveç’te 133 ülkenin katılımıyla bugünü ilan etmiştir.
Çevre kirliliğinin ve doğa katliamlarının artması, canlı türlerinin hızla yok oluşu, tarım alanlarının yok edilmesi, temiz bir damla suya ve bir nefes temiz havaya ihtiyacın artmasının sorumlusu mevcut emperyalist-kapitalist sistemdir. Tekeller kâr hırslarıyla doğayı katletmekten geri durmamakta, enerji elde etmek adına büyük çevre felaketlerine neden olunmakta, insan ve çevre sağlığı gözetilmeden kapitalist işletmeler büyük talanlara neden olmaktadır. Tüm bu gerçekler ortadayken emperyalist devletlerin bir araya gelerek BM çatısı altında gösterdikleri çevre 'duyarlılığı' hiç de samimi değildir.
Türkiye ise çevre katliamı konusunda oldukça kötü bir sicile sahiptir. Ancak “çevrecinin daniskası” olduğunu söyleyen bir Erdoğan gerçeğiyle, son yıllarda bu kötü sicile yeni suç dosyaları eklenmiştir. Hatırlanırsa 2008 yılında, o zaman başbakan olan Tayyip Erdoğan “Ben çevrecinin daniskasıyım. Asıl çevreci benim” demiş, çevre mücadelesi verenler için de; “çevrecilerin boş vakitlerini değerlendirmek için bu işi yaptıklarını” söylemişti. Devamında çevreci eylemlerin çok geniş katılımlı olmadığını söyleyerek “Medya her zaman bu 50-60 kişinin yanına yığılır, gösteri yaparlar. Yürüdüler, sanki millet yürüdü. Milletin falan yürüdüğü yok. Ondan sonra bizim hemşerilerimizin bazılarını takarlar yanlarına, ‘derelerimizi şöyle yaptınız, böyle yaptınız’ derler” demişti. Tarihin bir ironisi gibi, Erdoğan’ın bu büyük ön görüsüzlüğü, Gezi Parkı’nda “üç-beş ağaç” için başlayan çevre duyarlılığı sonucu kitlelerin sokağa çıkmasıyla çürütülmüştü.
Erdoğan’ı asıl kızdıran ülke genelinde belki de hiç eylem haberleri ile duyulmayan illerde, köylerde bile HES’lere karşı ya da çevre katliamına neden olabilecek maden aramalarına ya da diğer talanlara karşı emekçilerin eyleme girişmesi, jandarma ile çatışması, devlete karşı gelmesidir!
Artık gelinen yerde emekçilerde doğa katliamının doğrudan kendilerini vuracağı bilinçlere çıkmıştır. Kuşkusuz bu bilinci oluşmasında ödenen çokça bedel vardır. Örneğin Çernobil’in Türkiye’yi de vuran etkisinden ya da Yatağan’da termik santralden kaynaklı artan kanser oranlarından, ölümlerden bahsedebiliriz. Bir dizi yerde çevre katliamlarının, artan çarpık kentleşmenin, düşen tarımsal verimliliğin örnekleri bu ülke halkına yeterince veri sunmaktadır. Bundan dolayı oluşan derelerine, toprağına, ağaçlarına sahip çıkma bilinci “çevrecinin daniskasını” rahatsız etmektedir.
Ancak tehlike devam etmektedir. Kapitalizmin kâr hırsı var olduğu sürece bu tehdit devam edecektir. Bundan dolayı çevre ve insan sağlığı ciddi bir tehditle yüz yüzedir. Bu açıdan belki de en önemli tehdit Akkuyu ve Sinop’ta yapılması düşünülen nükleer santrallerdir. Ama bunun yanında kıyıları doldurarak yapılan sahil yollarını, ırmaklara, derelere kurulmak istenen binlerce hidroelektrik santralleri, zaten kısıtlı olan su kaynaklarının kirlenmesini, kentsel dönüşüm adı altında rant alanlarının neden olduğu talanları, 2/B orman alanlarının satılmak istenmesini, doğal sit alanları ve milli parklarda bile madenciliğin önünün açılmasını, siyanür ile halkının zehirleneceğini bilerek altın ve gümüş aranmasını, 1. sınıf tarım arazileri üzerine, bilime ve hukuka aykırı şekillerde kapitalist işletmelerin kurulmasına onay verilmesini, nerdeyse yeşil dağ bırakmamacasına her yerde mermer ocaklarının çoğalmasını, İstanbul’un kuzeyini ranta açma hedefiyle 3. köprü, Kanalİstanbul, 3. havaalanı gibi doğa ve çevre düşmanı projeleri ve daha pek çok örneği eklememiz gerekiyor.
Kapitalizm öldürür!
Uluslararası tekeller ve yerli işbirlikçileri eliyle topraklar, sular ve hava kirletilmeye devam edilmektedir. Kuraklığın ve yok edilen tarımsal alanlar nedeniyle açlığın artması, temiz suya ulaşabilen insan sayısının giderek azalması, küresel ısınma, yaşanan iklim değişiklikleri gibi daha pek çok şey kapitalizmin yok ediciliğini ortaya sermektedir.
Bundan kaynaklı yapılması gereken kirletilen ve yok edilen toprağa, suya, havaya, ormanlara sahip çıkmak, çevre katliamlarını durdurmak için sokağa, eyleme geçmektir. Ancak unutulmamalı ki, çevre tahribatından tamamen kurtulmanın yolu kapitalizmden kurtulmakla mümkündür. Gelinen yerde temiz bir damla su, bir nefes temiz hava için bile sosyalizm gerekmektedir!