Kamuda çalışan yaklaşık 700 bin işçiyi ilgilendiren toplu sözleşme süreçleri başlıyor. Derinleşen ekonomik kriz koşullarında kamu işçilerini zorlu bir toplu sözleşme süreci bekliyor. Açıklanan asgari ücret ve yapılan emekli zammı, saray iktidarının sözleşmede kamu işçisine neyi reva göreceğini de gösteriyor. Ancak reel ücretleri yüksek enflasyon ve vergi soygunuyla yarı yarıya düşen kamu işçilerinin karşı karşıya kaldıkları yıkıma daha fazla dayanma gücü bulunmuyor.
Kamu işçilerinin en büyük talihsizliği ise sözde işçiler adına masaya oturacak olan Hak-İş ve Türk-İş’in esasta saray rejiminin hizmetinde olması. Kamu işçisi hâlâ Türk-İş Genel Başkanlığı görevini sürdüren Ergün Atalay’ın zamanın çalışma bakanına “uzasa işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle” demiş olmasını unutmuyor.
Nitekim 2024 yılı içinde kamu işçilerinin değişik bölükleri hem iktidara hem de sendika ağalarının bilinen aymazlığına karşı irili ufaklı eylemler yaptılar. Özellikle savunma sanayi ve demiryolu işçilerinden yükselen tepkilerin kontrol altına alınması oldukça zor oldu. Türk-İş’in hükümetle el ele vererek ek zam taleplerini bastırmasını kabul etmeyen Harb-İş üyesi işçilerin Ankara’da yapmak istediği kitlesel buluşma iktidar tarafından zorla engellendi. Bu sırada Harb-İş Genel Başkanı eylemci işçileri “terörist” ilan etmekle meşguldü. Yani kamu işçilerinin karşısında yalnız iktidar değil, kendi örgütlerinin başına çöreklenmiş sendika ağaları da bulunuyor.
Sorunlar ve talepler
Özelleştirme saldırılarından bu yana geçen yıllar içinde ciddi hak kayıplarına uğrayan ve sayıları günden güne azalan kamu işçileri önemli saldırı başlıklarıyla karşı karşıyalar. AKP iktidarı zam oranlarını düşük tutma konusunda kararlı görünüyor. TÜİK’in yalancı rakamlarının yardımı ve “fedakârlık zamanı” yalanlarıyla kamu işçisinin sefalet ücretlerine razı edilmeye çalışılacağı açık.
Diğer yandan Orta Vadeli Programda (OVP) çalışma hayatı ve sosyal güvenlik sisteminde önemli değişiklikler yapılması öngörülüyor. Söz konusu düzenlemelerin hayata geçirilmesi durumunda esnek çalışma modelleri kamuda da yaygınlaştırılacak. İstihdamın azaltılması ve sosyal güvenlik sisteminin iyice tırpanlanmasını öngören değişikliklerin hayata geçmesi ciddi hak kayıplarına yol açacak. İktidarın bu politikalarının sözleşme süreçlerine değişik dayatmalar biçiminde yansıması bekleniyor. AKP iktidarı çalışma sürelerinin önündeki sınırlamaların kaldırılması, hafta sonu tatilinin kısaltılması, mesai ücretlerinin düşük tutulması gibi halen bir kısmı uygulanan saldırılara bu TİS süreci üzerinden daha geniş bir alan açmayı hedefliyor.
Kamu işçilerinin diğer bir önemli gündem başlığı vergi soygunu. Bu ülkedeki vergi rekortmenliği işçi sınıfının elinde bulunuyor. Ve kamu işçilerinin aldığı ücretler daha birkaç ay geçmeden eriyor.
Kamu işçileri öncelikle ücretlerinin yoksulluk sınırının üstüne çıkarılmasını, vergi dilimlerinin sabitlenmesini, enflasyon ile bağlantılı konularda gerçek enflasyon rakamlarının esas alınmasını istiyor. İşçilerin ayrıca eşit işe eşit ücret, sosyal yardımların gerçek enflasyon oranında artırılması gibi talepleri bulunuyor.
Türk-İş, işçilerin taleplerinin bir kısmını sahiplenerek çıtayı yüksek tutuyormuş gibi yapıyor. Bunda geçen sene içinde gerçekleşen ek zam eylemleri sırasında işçilerin taleplerini görmezden gelmesi ve bunun üzerine işçilerin tepkilerinin Türk-İş’e yönelmesi önemli bir faktör. Türk-İş, aylık ücretlerin TÜİK enflasyon rakamına göre değil, ENAG enflasyon rakamlarına göre yükseltilmesini istiyor. Toplu İş Sözleşmesi’nin birinci ve ikinci yıllarında işçilerin yıl boyunca ödeyecekleri gelir vergisi oranının yüzde 15 olarak belirlenmesini, yüzde 15′i aşan vergilerin ise işveren tarafından karşılanmasını talep ediyor.
Türk-İş’in talepleri arasında sosyal yardımların ve yemek parasının ENAG’ın hesapladığı enflasyon oranında artırılması da var. Ayrıca kamu işçileri arasındaki maaş farkının kaldırılması, eşit işe eşit ücret verilmesini öneriyor. Esnek çalışma konusunda sessiz kalarak buna kapı aralayan Türk-İş’in, söz konusu talepleri elde etmek için ortaya bir mücadele programı koymak gibi bir sorunu ise bulunmuyor.
Türk-İş başkanı “diyalog içinde sorunları çözme” dışında mücadeleye dair sözde de olsa tek bir cümle kurmaktan şimdilik özenle kaçınıyor. Yine masada işçileri temsil edecek olan Hak-İş yönetimi ise, Türk-İş’in üzerindeki taban basıncına rağmen işi çok uzatmadan bir kez daha sessiz sedasız bitirmesi için dua ediyor.
Kamu işçisi sendikalara güvenmiyor
Sendikal bürokratik kasttan şu veya bu şekilde nemalanan işçiler dışında Türk-İş ve Hak-İş’e üye işçilerin hiçbirisi sendikalarına bir dirhem dahi güvenmiyor. Bu haklı güvensizlik iş yeri komitesi, sözleşme komitesi, işçi birlikleri ve platformları gibi taban örgütlenmelerinden mahrumiyet koşullarında atalet ve çıkışsızlık yaratıyor. İktidar ve sermayenin saldırılarına, sendikal bürokrasinin işbirlikçi-ihanetçi tutumlarına karşı oluşan öfke ve tepki, bu durumda bir mücadeleye dönüşmüyor. Ya da en fazla bürokratik kastın iç çekişmelerinin dolgu malzemesi olarak kullanılıyor. 2024 yılında Harb-İş’in bazı şubelerinin öncülüğünde gelişen eylemler ya da Demiryol-İş’te yaşanan süreçler gibi örnekler elbette mücadeleyi ileriye taşımak için bazı imkanlar taşıyor. Ancak daha çok alt kademede yer alan sendikacıların öncülüğünde gerçekleşen bu tür girişimlerin kamu işçisini içinde bulunduğu cendereden çıkarma şansı bulunmuyor.
Tabandan yükselen mücadele mevzilerine ihtiyaç var
Türkiye işçi hareketinin taban örgütlenmesi geleneğinin zayıflığına çoğu zaman vurgu yapılır. Olduğu kadarıyla iş yeri komiteleri, şube ya da bölgeler arası ortak mücadele platformları gibi örgütlenme deneyimlerine en çok sahip olan işçi bölüklerinin başında kamu işçileri gelmektedir. Her ne kadar özellikle özelleştirme saldırıları sonrasında nicel olarak zayıflasa ve değişen istihdam biçimlerinin etkisiyle homojenliğini kaybediyor olsa da, kamu işçileri halen bu açıdan sınıfın en deneyimli kesimlerinden biridir. Kriz koşullarında gerçekleşecek sözleşme süreçlerinde yapılması gereken, tam da bu geçmiş deneyimin birikimleri üzerinden tabandan örgütlenme ve buna dayalı mücadele çabası içine girmektir.
Belirleyici olan tabandan mücadele ve örgütlenmedir
Kamu işçileri TİS sürecini bir mücadele seferberliğine dönüştürmeli, hızla TİS komitelerini oluşturmalıdır. TİS komiteleri mücadele araçlarının belirlenmesi, diğer iş yerleri ve iş kollarıyla koordinasyonun sağlanması, eylem süreçlerinin planlanması, eylem ve etkinliklerin örgütlenmesi, sürecin her aşamasının yakın takibi ve denetimi gibi bir dizi sorumluluğu üstlenmelidir. Komiteler sendikal kademelerden bağımsız olmalı, ancak sendikal olanakları da sonuna kadar kullanmalıdır.
Ama bu mücadelede esas kritik sorun, işveren olarak masaya oturan devletin her durumda sermayenin toplam çıkarlarını savunacağı ve sendikal bürokrasinin de buna boyun eğeceği gerçeğidir. Bu yüzden kamu işçisi sözleşme üzerinden girmek zorunda olduğu ekmek kavgasının, siyasal iktidar ile onun baskı ve sömürü rejimine karşı bir mücadele olduğunu bilince çıkarmalı ve ona göre davranmalıdır.
***
Kamu işçilerinin mücadele tarihinden bir yaprak: Bahar Eylemleri
Kamu kesiminde çalışan işçilerin başlattığı ve ardından özel sektöre yayılan bu eylemler çok farklı biçimlerde gerçekleşmiştir. İş durdurma, iş yavaşlatma, toplu yürüyüşler, trafiği kapatma, iş yeri işgali, işbaşında oturma, işe gitmeme, fazla mesaiye kalmama, servis araçlarına binmeme, yemek ve sakal boykotu gibi eylem biçimlerinin yanında çocuklarını evlatlık verme, toplu boşanma davası açma, çıplak ayakla yürüyüş, açlık grevi, vezne önünde bekleme vb. gibi dikkat çekici ve ses getirici biçimler de kullanılmıştır.
1989 başında 600 bin kamu işçisinin toplu iş sözleşmelerinin yenilenmesi gündeme gelir. Bu süreçte Türk-İş bünyesindeki 26 sendikanın temsilcilerinden oluşan bir Koordinasyon Kurulu oluşturulur. Toplu sözleşme görüşmelerinde ilerleme sağlanamaması ile eylemler başlar. Yüz binlerce işçi 1989 Mart ayından başlayarak harekete geçer. Bu aslında 12 Eylül darbesinden bu yana sessizliğe gömülen sınıfın bu baskı ve sömürü rejimine verdiği güçlü bir tepkinin dışa vurumudur. Özal eliyle hayata geçirilmeye çalışılan neo-liberal saldırı politikalarının yol açtığı ücret kayıpları ve yoksullaşma eylemlerin en büyük tetikleyicisidir.
Bahar Eylemleri devam ederken yapılan 27 Mart 1989 yerel seçimlerinde iktidardaki ANAP büyük bir oy kaybına uğrar. Türk-İş bu sonucu işçi sınıfının zaferi ve “ben yaptım oldu zihniyetinin iflası” olarak değerlendirir. Başlangıçta işçilerle görüşmem diyen ANAP hükümeti büyüyen eylemlerin gücü karşından diz çöker. 18 Mayıs 1989 günü anlaşma sağlanır. Bahar Eylemleri öncesinde yüzde 40 civarında ücret zammından söz eden hükümet, eylemler sonrasında birinci yıl için ortalama yüzde 140 oranında bir zammı kabul etmek zorunda kalır.
Kamu işçileri böylece kendi ücretlerinde önemli bir artış sağlamakla kalmazlar. Memurların ve özel sektör işçilerinin de aynı yolu izlemesinin önünü açarlar. Bu büyük işçi dalgası ancak Zonguldak maden işçilerinin başlattığı Ankara yürüyüşünün sendikal bürokrasinin ihanetiyle kırılması ve bu dönemde başlayan birinci Körfez Savaşı’nın iktidar tarafından grevlerin engellenmesine bahane edilmesiyle kontrol altına alınabilinir.
Emeğin Kurtuluşu’nun 48. sayısından alınmıştır...