Baltık’ın dibinden savaşa bağlanan kablolar!

Avrupa’da belirginleşen emperyalistler arası çatışma, Baltık Denizi’ndeki denizaltı kablolarında ortaya çıkan hasarla ilgili komplo teorileriyle sürüyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 02 Şubat 2025
  • 12:30

Ukrayna savaşıyla Avrupa’da belirginleşen emperyalistler arası çatışma, Baltık Denizi’ndeki denizaltı kablolarında ortaya çıkan hasarla ilgili komplo teorileriyle sürüyor. Almanya, AB, ABD ve NATO, hasarın ağırlıklı olarak Rusya, kısmen de Çin’in sabotajı olduğu senaryosuyla silahlanma, askeri manevralar ve militaristleşmeyi halka kabul ettirmeye çalışıyor.

İngiltere’de “Just Stop Oil” isimli çevre örgütü üyeleri şiddet içermeyen eylemleri nedeniyle 5 yıla varan hapis cezaları ile yargılanıyorlar. Yeşiller Partisi Eski Milletvekili Caroline Lucas, The Guardian’daki makalesinde şöyle diyor: Mahkemeler bu hafta 16 iklim aktivistine verilen ağır cezaları onaylarsa, otoriter bir devletten farkımız kalmaz.

Fransa’da Sosyalist Partinin desteğiyle birinci gensoruyu atlatan Başbakan Bayrou, Sosyal Güvenlik bütçesinin mecliste oylanacağı günlerde aşırı sağa hoş görünme çabasında. Göçmenler yine günah keçisi!

Baltık denizi’nde kablo karmaşası: Gerçek ve kurgu

Luca SCHAEFER
Telepolis

1832’de Askeri Teorisyen Carl von Clausewitz şöyle yazmıştı: “İlk kurban gerçektir.” Savaşın ilk kurbanını kastediyordu. Fikirleri bugün de geçerliliğini korumakta. Çünkü o zamanın hikmeti artık toplumsal bir hakikat haline geldi.

Iraklılar yaklaşan ABD askerlerinin önünde petrol kuyularını açtığında, petrolle kaplı bir kuş dünya gündemine geldi. Çevresel günah, savaş suçu, diktatörlük… genel kanı buydu. Daha sonra fotoğrafın Alaska’da meydana gelen bir çevre felaketine ait olduğu ortaya çıktı. ABD’nin 50 eyaletinden biri olan Alaska’da...

Ancak dünyanın daha iyiye doğru değiştiğini, basın ve habercilikteki siyasi görüşlerin ve karışıklıkların yerini tek tip kalite ve araştırmaya bıraktığını düşünen herkes hayal kırıklığına uğrayacaktır. Alman medyasında Rusya’ya yönelik her ay yeni suçlamalar yayılıyor. Son olarak: Rusya (ve kısmen Çin) Baltık Denizi’ndeki derin deniz kablolarına hedefli sabotajlarla saldırıyor. Peki bunun arkasında ne var?

Ocak ayının son haftasının başında haberler yine yoğundu. Yine bir deniz altı kablosu hasar gördü, bu sefer Letonya ile İsveç arasında. Letonya devlet radyo ve televizyonunun kablosu, Gotland Adası açıklarında İsveç sularında sabotajdan etkilenmişti. Olay, bir dizi olayın bir parçasıydı: Noel Günü’nde, Estonya ile Finlandiya arasındaki EastLink 2 güç kablosu hasar gördü ve tanker Eagle S (St. Petersburg’dandı ve Cook Adaları bayrağı taşıyordu) alıkonuldu.

Kasım ayında da Çinli dökme yük gemisi Yi Peng 3, Danimarka ile İsveç arasındaki veri kablosunu hasara uğratmıştı. Uzun bir süre boyunca Kuzey Akım 2 patlamasının arkasındaki beyinlerin Moskova’da olduğundan şüpheleniliyordu; ancak failler bilinmiyordu ve Rusya’nın olaya müdahil olduğuna dair ikna edici bir neden de yoktu, araştırmalar farklı bir yöne işaret ediyordu.

Dış politika açısından sıklıkla Galyalı olarak görülen AB köyü İrlanda bile Batı’nın suçlamalarının uzun listesine katıldı; 16 Kasım 2024’te iddia edilen bir Rus casus gemisi İrlanda sularından çıkarıldı. Bu arada NATO müdahale etti. Askeri ittifak, Baltık nöbetçisi misyonu kapsamında fırkateynler, insansız hava araçları ve devriye botları gönderdi.

Tüm bu hikayelerdeki sorun, bunların denizcilik dünyasında normal karşılanması ve aksi yöndeki manşetlere rağmen Rusya aleyhine hiçbir kanıtın olmamasıdır.

Deutschlandfunk’ın haberi örnek olarak değerlendirilebilir: Varsayımlarla çalışılıyor. Rus gölge filosunun hedefli sabotajlar gerçekleştirdiğinden yola çıkılıyor. (Alman Dışişleri Bakanı) Annalena Baerbock ve (Savunma Bakanı) Boris Pistorius üstüne atlıyorlar: Sabotaj ve tahmin ve yorumlar basın haberlerinde yankı buluyor.

Aşağıdaki gerçekler daha da ilginç: Kritik altyapılar konusunda bağımsız çalışma grubunun sözcüsü Manuel Atug, Baltık Denizi’ndeki deniz altı kablolarına her yıl gelen 200 hasar vakasından en fazla birinin sabotajdan kaynaklandığını belirtiyor. Gerisi balıkçı teknelerinin karıştığı kazalarla açıklanabilir; trol ağları ve çapalar kabloları adeta koparıp parçalıyor. Der Spiegel, 12 Aralık’ta her yıl 150 ila 200 hasar vakasının deniz depremleri, çapalar veya trol nedeniyle meydana geldiğini bildirdi.

Washington Post, Avrupa ve Amerikalı yetkililerin verdiği bilgilere ve güncel kanıtlara dayanarak, kazaların kötü bakımlı gemiler, deneyimsiz mürettebat veya sadece talihsizlikler yüzünden meydana geldiğini varsayıyor. Bu noktada, eldeki delil ve olgulara dayanarak, kasıtlı bir eylemin söz konusu olmadığı söylenebilir.

Ancak derin deniz kabloları finansallaşmış yüksek teknoloji kapitalizmi için bir zorunluluk. Dünya internet trafiğinin yüzde 99’unu birbirine bağlıyorlar, kıtaları, insanları ve uzak ada gruplarını birbirine bağlıyorlar… Ekonomi şokta çünkü internet ve telekomünikasyon çöktüğünde iletişim, finansal işlemler, küresel tedarik zincirleri, birçok şey durma noktasına geliyor…

Komşu ülkelerin denizcilik kapasiteleri, kritik altyapının bir parçası olan deniz altı kablolarını korumak için genellikle yeterli olmaktan uzak.

Sonuç olarak çok sayıda kaza ve münferit durumlarda soygunlar meydana geldi ve gelmeye devam ediyor…

Dikkatli bir şekilde ifade etmek gerekirse: Baltık Denizi’ndeki deniz altı kabloları ve gemi hareketleri amatörce korunuyor. Önemli deniz altı kablolarını tespit etmek için ne istihbarat uzmanlığına ne de büyük bir çabaya ihtiyaç var. Bunu mümkün kılan şey ise kabloların kendisi.

İnternet artık çok sayıda takip sitesine ev sahipliği yapıyor. Örneğin, Denizaltı Kablo Haritası adlı web sitesi aylık olarak güncellenmekte ve dünya çapındaki tüm deniz altı kablolarını uzunluk, komşu ülkeler, şehir bağlantıları ve biraz sezgiyle kesin yerelleştirme için coğrafi verilerle birlikte titizlikle listelemekte.

İnternet sitesinde yer alan bilgiye göre, yalnızca Baltık ülkeleri, Almanya ve İskandinav ülkeleri arasında deniz altından onlarca boru hattı geçiyor. Gemi meraklıları sevinecek: Sadece kablo hatları değil, gemilerin hareketleri de GPS ile koordine ediliyor. Sonuç: Ne boru hatları ne de gemiler büyük bir gizliliğe tabi tutuluyor.

Sabotaj korkusu ve çirkin bir terim olan “hibrit savaş”, günümüz Alman AB söyleminde bir işlev görüyor. Hür Demokrat Parti FDP’ye yakın olan Friedrich Naumann Vakfı, Baltık Denizi’ndeki kazalardan yola çıkarak Alman silah endüstrisi için yeni bir ekonomik teşvik programı türetiyor.

NATO’nun “doğu kanadının” acilen daha iyi güvence altına alınması gerekiyor ve Litvanya’da bir Alman tugayının kurulması ancak bir başlangıç olarak görülebilir.

Alman Dışişleri Bakanı Baerbock, Bavyera radyosuna “sabotajın” “Acil bir uyanma çağrısı” olduğunu ve “Ulusal savunmaya daha fazla yatırım yapılması gerektiğini” söyledi. Mesaj açık: Gerçeklerin aksine Rusya’ya yönelik artan bir militarizasyon söylemine ihtiyaç var.

Çeviren: Semra Çelik

*

Şiddet içermeyen bir protesto için beş yıl hapis cezası

Caroline LUCAS
The Guardian

Hapisteki on altı Just Stop Oil aktivisti, İngiltere’de barışçıl protestolar için şimdiye kadar verilen en ağır ceza olduğuna inanılan cezalarına itiraz etmek üzere mahkemeye çıkacak. Resim çerçevelerine zarar verdikleri, yolu kapattıkları ya da sadece yolu kapatmaktan bahsettikleri için, normalde ciddi suçlar için ayırdığımız cezaları aldılar. Hükümetin iklim krizinin nedenleriyle yüzleşmedeki başarısızlığına dikkat çekmeye çalışan insanlar beş yıla kadar hapis cezasına çarptırıldı.

Bu cezalar Uluslararası Af Örgütü tarafından “acımasız”, Liberty tarafından “... Özgürlüklerin ciddi bir şekilde aşındırılması”, Global Witness tarafından “derin bir adaletsizlik” ve BM özel raportörü tarafından “Bir demokraside kabul edilemez” olarak kınandı…

Politikanız ve neyi savunduğunuz ne olursa olsun, barışçıl protesto hakkı sağlıklı bir demokrasinin hayati bir işaretidir ve otoriter politikacılara ve pervasız şirketlere karşı önemli bir korkuluktur.

Parlamento içinde ve dışında kampanyalar yürüttüm ve 2013 yılında Batı Sussex’te önerilen bir hidrolik kırma sahasında barışçıl bir protestoya katıldığım için gözaltına alındım. Polis beni ve protestocu arkadaşlarımı zorla uzaklaştırdı ve kamu düzeni suçuyla suçlandım, ancak daha sonra aklandım.

O gün harekete geçtim çünkü tüm demokratik seçenekleri tükettiğimi hissediyordum. Önerilen sahaların çevresinde yaşayan sakinler endişelerinin göz ardı edildiğini düşünüyorlardı ve anketler sürekli olarak bu uygulamanın geniş halk kitleleri tarafından hiç sevilmediğini gösteriyordu. Pek çok kişi protesto gösterileri düzenledi ve 2019 yılında hükümet nihayet sağduyulu davranarak bugün İngiltere’de yürürlükte olan hidrolik kırılma yasağını uygulamaya koydu. Bu, ilgili vatandaşların şirketlerin çıkarlarına ve hükümetin yanlış yönlendirilmiş eylemlerine karşı durarak değişim yaratmasının açık bir örneğiydi. Protesto demokrasinin işleyişinin bir parçasıdır ve iki günlük hafta sonu, ulusal parklar ve kadınlar için oy hakkı da dahil olmak üzere bugün sahip olduğumuz pek çok özgürlüğün yolunu açmıştır.

Bu hafta yapılan çağrı, ister hayat pahalılığı, ister iklim krizi ya da kirlenen nehirlerimizin durumu ile ilgili olsun, vatandaşların seslerini duyurmalarının giderek zorlaştığının bir kanıtıdır. Son hükümetler, kamu rahatsızlığının yasal tanımını, gürültü yapmak da dahil olmak üzere “küçükten daha fazla” rahatsızlığa neden olan her şeyi içerecek şekilde genişletti. Polisin protestocuları önceden durdurup arama ya da tutuklama konusunda yeni yetkileri var. Polis, 2023 yılının sonunda sadece bir ay içinde en az 630 barışçıl protestocuyu gözaltına aldı. Araştırmalar, İngiliz polisinin, çevreci protestocuları küresel ortalamanın neredeyse üç katı oranında gözaltına aldığını gösteriyor.

Birçoğu için gözaltı, çektikleri çilenin sadece başlangıcıdır: kamu düzenini bozma suçunun cezası 10 yıla kadar hapis cezası olabilir. Bu hafta temyize giden bir protestocu, planlanan bir iklim protestosuyla ilgili Zoom çağrısına katıldığı için beş yıl hapse mahkum edildi. Kırk kişi savaş ve iklim krizine karşı muhalefetlerini dile getirdikleri için Noel gününü parmaklıklar ardında geçirdi.

Temyiz başvurusunun kapsamı cezalara itiraz etmekle sınırlıdır. Bu aşırı sert cezaların azaltılması yönünde alınacak bir karar, gelecekteki davalar için önemli bir emsal teşkil edecektir. Ancak, bir önceki hükümet döneminde dramatik bir şekilde artan, barışçıl protestocuların tutuklanması ve yargılanması için polise ve mahkemelere verilen aşırı yetkilerin altında yatan sorun, sivil toplumdaki protestocuları şeytanlaştırmaya yönelik magazin söylemiyle birlikte bu hükümet tarafından memnuniyetle karşılanmaktadır.

(Başbakan) Keir Starmer ve hükümeti içten içe bunun yanlış olduğunu biliyor olmalı. Geçmişte Başbakanın kendisi de bu hafta mahkemeye çıkarılanlar gibi iklim aktivistlerini temsil ediyordu. İçişleri Bakanı Yvette Cooper daha önce Kamu Düzeni Yasası’ndaki bazı tedbirlerin “Barışçıl protestoların tarihi özgürlüklerini aşındırmasından” korktuğunu söylemişti. Yine de bu hükümet, otoriter devletler tarafından kullanılan pek çok uygulamaya uyurgezer bir şekilde devam etmekten son derece memnun görünüyor.

Çeviren: Sarya Tunç

*

Bayrou, RN’den medet umuyor

Athony CONTES
Humanite

İçişleri Bakanı Bruno Retailleau’nun izinden giden (Başbakan) François Bayrou, “göçmen seli” ifadesini kullanarak göç politikasını eleştirdi. Bu tutum, sosyal sigorta yasasının şubat ayının ilk haftasında yeniden meclise dönmesi beklenirken, gensorudan kaçınmak için aşırı sağ Ulusal Birlik (RN) ile hoş görünme çabası olarak değerlendirildi.

Sağa fazla eğilen François Bayrou, tehlikeli bir şekilde dengesini kaybetme riskiyle karşı karşıya. LCI kanalında 27 Ocak Pazartesi günü yaptığı açıklamalarda Başbakan, aşırı sağın göçmenlere yönelik terminolojisini kullanarak göç karşıtı ifadelerde bulundu.

Bu söylemler, Ulusal Birlik (RN) Partisine yönelik bir dizi örtülü mesaj içeriyor. Zira Bayrou, hükümetinin düşmesini önlemek için onların desteğini almak istiyor. Ancak, bu strateji bir önceki Başbakan Michel Barnier için başarılı olmamıştı. Bayrou, “Kültürlerin buluşması olumlu bir şeydir, ancak eğer bir istilaya uğradığınızı, ülkenizi tanıyamadığınızı hissediyorsanız, reddetme duygusu ortaya çıkar. Fransa bu noktaya yaklaşıyor” ifadelerini kullandı. Ayrıca, Fransa’nın denizaşırı toprağı Mayotte’ta doğan çocukların otomatik olarak Fransız vatandaşı olma hakkının kısıtlanmasından yana olduğunu belirtti.

Bu sözler, sol kesimde büyük öfkeye yol açtı. Fransız Komünist Partisi (PCF) Senatörü Ian Brossat, “Utanç duyduğunu” ifade etti. “Ülkemizin sorunu göçmen istilası değil” dedi: “Asıl sorun, hükümet tarafından bilinçli şekilde beslenen ve sistematik hale getirilen ırkçılık dalgasıdır. Bu hükümet, sadece seçimlerde aşırı sağa karşı oluşturulan Cumhuriyet Cephesinin desteğiyle ayakta durabiliyor!”

Sosyalist Parti (PS) Milletvekili Arthur Delaporte, “Bayrou’yu dinleyince bunun bir gaf değil, açıkça yabancı düşmanlığı olduğunu düşünüyoruz” dedi. Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) Lideri Mathilde Panot da Bayrou’nun ifadelerinin aşırı sağcı Reconquête Partisinin Lideri Zemmour’un cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullandığı kelimelerle birebir aynı olduğunu belirterek hayal kırıklığını dile getirdi...

Macron kampında tehlike

Bayrou’nun sözleri, hükümetin kendi içinden de eleştiriler aldı. Meclis Başkanı Yaël Braun-Pivet, BFM TV’ye verdiği röportajda, “Ben asla böyle ifadeler kullanmazdım ve bu sözlerden rahatsız oldum. Burada bahsedilen insanlar, kadınlar ve erkeklerdir. Fransa, tarihsel ve kültürel olarak her zaman bir göç ülkesi olmuştur ve bu gelenekle inşa edilmiştir” dedi.

Ancak yukarıdaki görüş, hükümet içinde azınlıkta kalan bir duruş olarak görülüyor. Çoğunluk, göç karşıtı bir çizgide birleşmiş durumda. Renaissance (Macron’un partisi) Partisi Milletvekili Laure Miller, “Ortada ciddi bir sorun var,” diyerek başbakanı savundu. “Sokaktaki herhangi biriyle konuşun, hepsinde bu ‘istila’ hissiyatının olduğunu göreceksiniz!” dedi. Eski Hükümet Sözcüsü Maud Bregeon da Figaro gazetesine yaptığı açıklamada, “Neredeyse her hafta yasa dışı göçü konuşuyoruz. Halkın sert önlemler beklentisi her geçen gün artıyor” diye konuştu.

İçişleri Bakanı Bruno Retailleau, 23 Ocak Perşembe günü, göçmenlerin oturum almasını daha da zorlaştıran bir genelge yayımladı. Buna göre, sadece iş gücü açığı olan sektörlerde çalışan göçmenlere oturum izni verilecek ve en az yedi yıl Fransa’da ikamet etme şartı aranacak (mevcut kural beş yıl).

Aşırı sağa verilen bu tavizler, tam da kritik bir dönemde geliyor. Hükümet için bu hafta büyük önem taşıyor. Sosyal güvenlik bütçesinin (PLFSS) meclisteki görüşmeleri devam ederken, 2025 bütçesi perşembe günü karma komisyonda (CMP) ele alınacak. CMP, Fransız yasama sürecinde, ulusal meclis ve senato arasında bir uzlaşma sağlamak amacıyla oluşturulan, yedi milletvekili ve yedi senatörden oluşan bir komisyondur. Anayasa’nın 45. maddesi uyarınca, her iki meclisin üzerinde anlaşamadığı yasa tasarılarını sonuçlandırmakla görevlidir. Bu komisyon görüşmelerinin sonucuna bağlı olarak, hükümet gensoru ile karşı karşıya kalabilir.

Sol kanat tarafından sert şekilde eleştirilen Bayrou, mecliste yaptığı açıklamada, “Gerçekleri çarpıtanlarla hiçbir ilişkisi olmadığını” belirterek, açıklamalarını yineledi: “Eğer Paris’te Mayotte’teki kadar düzensiz göçmen olsaydı, Paris’te 400 bin kişi gecekondu mahallelerinde yaşıyor olurdu. O zaman kimse kelimeleri sorgulamaya cesaret edebilir miydi?​” dedi ve RN’nin alkışları eşliğinde konuşmasına devam etti. Sosyalist Partililer (PS) ise bu sözlere oldukça öfkelenip, hükümetle bütçe görüşmelerini askıya aldıklarını açıkladılar. PS Milletvekili Emmanuel Grégoire, “Bu konu, sosyalistler grubunun hükümeti sansürleme kararında etkili olacak” uyarısı yaptı.

Her ne olursa olsun kendini kurtarmaya çalışan François Bayrou, RN’nin eline düşüyor.

Çeviren: Ali Rıza Yıldırım

Evrensel / 02.02.25