Fransa’nın yeni başbakanı François Bayrou, geçtiğimiz Perşembe gününden itibaren iç politikada keskin bir sağa dönüş başlattı.
Ulusal Meclis’te, aşırı sağcı Rassemblement National’in-RN (Ulusal Birlik) sunduğu “ulusal kimlik” konulu önerge tartışılırken, ülkenin -dolayısıyla kendisinin de – “göçmenler tarafından istila edilme duygusuna” kapıldığını dile getirdi. Bu sözler, RN lideri Marine Le Pen ve grubunun coşkulu alkışlarıyla karşılandı. Bayrou’yu Aralık ortasında başbakanlığa atayan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un cephesinden ise herhangi bir itiraz yükselmedi. Macron’un partisi Ensemble (Birlikte), giderek daha fazla yabancı düşmanı hale getirilen seçmenin, iki yıl sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendilerini sandıkta cezalandırmasından çekiniyor gibi görünüyor. Macron, anayasa gereği iki dönem sonunda yeniden aday olamasa da partisinin geleceği tehlikede.
Sol blok Yeni Halk Cephesi’nin (NFP, Nouveau Front Populaire) sosyal demokrat kanadı da bu söyleme ciddi bir itiraz getirmedi. Parti Socialiste (PS) lideri Olivier Faure, "kimlik tartışmasının artık tabu olmaktan çıkması gerektiğini" belirtti. Bu açıklama, Temmuz ayında yapılan parlamento seçimlerinden galip çıkan ancak Macron tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilmeyen sol ittifak içinde yeni bir kırılmaya yol açtı. Yeni Halk Cephesi’ni oluşturan diğer üç parti – La France insoumise (LFI), Yeşiller (LE) ve Komünistler (PCF) – yalnızca göç konusunda değil, genel olarak sosyal demokratlarla giderek daha fazla fikir ayrılığına düşüyor.
Bu siyasi kaymanın sonuçlarından biri de Fransa’daki göçmenlerin çocuklarına yönelik vatandaşlık yasasında yapılmak istenen değişiklikler. Önceki “insancıl” politikaların ürünü olan mevcut yasa, Fransız topraklarında doğan bir bebeğe, eğer ebeveynlerinden en az biri "yasal" göçmen statüsüne sahipse ve ülkede üç ay ikamet etmişse otomatik olarak Fransız vatandaşlığı veriyordu. Ancak Bayrou’nun aşırı sağcı Adalet Bakanı Gérald Darmanin ve İçişleri Bakanı Bruno Retailleau bu yasayı sertleştirmek istiyor. Yeni düzenlemeye göre, çocuğun Fransız vatandaşlığına hak kazanabilmesi için her iki ebeveynin de “yasal” göçmen olması ve en az üç yıl boyunca Fransa’da yaşamış olması gerekecek. Bu, Marine Le Pen’in aşırı sağcı politikalarının doğrudan bir yansıması.
Hükümetin önceliklerinin değişmesi, bütçe görüşmelerinde de kendini gösterdi. Bayrou, 2025 bütçesini meclisten geçirmek için yeterli desteği sağladı, hatta sosyal demokratlar bile bu bütçeye onay verdi. LFI’nin sunduğu gensoru önergesi ise başarısız oldu. Ancak asıl dikkat çeken, hükümetin ülkeyi ilgilendiren çok daha önemli meseleler yerine “ulusal kimlik” tartışmalarına öncelik vermesi. Oysa Fransa’nın gündeminde çok daha büyük krizler var: İklim değişikliğinin yol açtığı felaketler, Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da yüz binlerce insanın hayatına mal olan savaşlar. Buna rağmen, hükümet ve parlamento göç ve kimlik meselelerine odaklanmayı tercih ediyor.
Başbakan Bayrou’nun parlamentoya yönelttiği "Fransız olmak ne anlama geliyor?", "Fransız olduğunuzda neye inanıyorsunuz?" gibi sorular, aslında yeni değil. Yakın zamana kadar bu tür söylemler, özellikle de Fransa’nın ağırlıklı olarak Müslüman göçmenler tarafından “ele geçirildiğini” iddia eden Eric Zemmour gibi aşırı sağcı figürlerin dile getirdiği, uç noktada komplo teorileri olarak görülüyordu. Ancak bugün, bu söylemler yalnızca aşırı sağcı partilerden değil, ülkenin merkez sağından ve hatta sosyal demokrat kanattan bile destek buluyor.
Çeviri: Kızıl Bayrak
Hansgeorg Hermann- Junge Welt / 10.02.2025